Ankara dediğin bulantılı bir baş dönmesiydi.
Sayfa 79 - İletişimKitabı okudu
Öz
Kendi özünden ödü kopuyor bazı insanların. Mensup oldukları milletten haz etmeyenler olduğu gibi, kendi memleketinden, özünden, ailesinden, doğduğu, büyüdüğü, çocukluğunu geçirdiği şehirden utananlar bile var. Bu ülke şehirlerden ibaret değil. Bunların ilçeleri, kasabaları, köyleri var. Bundan bir nesil öncesine kadar herkes şehre köyden göçmüşken, hâlâ köyünde yaşayan anası babası, hadi hadi olmadı dedesi, ninesi varken, nedir şimdi bu şehirli olma hırsı? Ben Ankara’da yaşıyorum, ben de soruyorum zaman zaman nerelisiniz diye insanlara. Yahu herkes mi Ankaralı? Ankara dediğin de bozkırın ortasında bir coğrafya neticede. Bir de İstanbullular var, onlar bir seviye daha üstün. İstanbulluyum diyor. Peki, aileniz diye soruyorsun. Ailem Mardinli ama ben doğma büyüme İstanbulluyum! De ki ben Mardinliyim, Manisalıyım, Uşaklıyım, Edirneliyim de, ne değişecek? De ki, oralıyız ama uzun yıllardır buradayız de, ne değişecek? Sen sensin yine. İnsansın her şeyden önce. Hani diyorlar ya, “herkes reis, kızıldereli yok”... Sahiden öyle. Herkes atadan dededen şehirli. Özünden uzaklaşma mı, kendinden kaçış mı, yeniden var olma çabası mı? Biz taşralılar, sıradan insanlar yani, kendimizi şehirlilerden aşağı, diğer taşralılardan yukarı görmeyenler, memleketini ve gelip geçtiği yerleri bilen insanlar buna tam olarak bir anlam veremiyoruz. Oysa kabullenebilsek kendimizi, geçmişimizle, geldiğimiz yerle, bizi biz yapan insanlarla barışabilsek her şey daha kolay olacak. O zaman daha kolay çıkabileceğiz kendi yolculuğumuza.
Reklam
Ömer’in bölümü məni öldürdü
“İki koltuk duruyordu şöminenin önünde, yazın gelmesini hiç istemiyor, uzun, sessiz kış gecelerinde senin karşımdaki koltukta oturmanı seyrediyordum. Soluk soluğa çıkmış oluyordun merdivenleri, ayak seslerini duyar duymaz mutfağa koşuyor, çayın altını yakıyordum. Bazen saçlarını eskisi kadar sıkı sıkıya topuz yapmıyor, bir iki küçük tokayla tepende tutturuveriyordun. Sadece o “ten rengi” dediğin çoraplardan giyiniyordun, bacaklarında yok gibi duruyorlardı. Sahi sen kışın neler giyinirdin Gülay? O Ankara’daki altmışdokuz yazının sıcağında, tiril tiril, yeşil elbiseler giyen o kadın kışın neler giyinip çıkardı sokaklara? Uzun kollu elbiseleri yakıştıramazdım sana, açık kahverengi, koyu kahverengi, gri olsun istemezdim üzerinde, hep yeşil bir hırka olsun isterdim, bir de üzerinde küçücük çiçeklerin uçuştuğu bir etek.”
93 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
KUVÂYİ MİLLİYE DESTANI
Genco Erkal'ın sesiyle kitabı okumak etkileyiciliğini kat be kat arttırdı, müzikal desteği ve diğer okuyucular mükemmel bir tat bıraktılar damağımda. Nazım Hikmet'in inceliğini yine Fazıl Say'ın oratoryosundan tanımıştım, o zariflik bu kitapla yine pekişti içimde. Ayrıca Muammer Sun'un "Sevda Çiçeği" müziği bir o
Kuvayi Milliye Destanı
Kuvayi Milliye DestanıNazım Hikmet Ran · Yapı Kredi Yayınları · 20083,196 okunma
Mevlid-i Şerif Niçin Yazıldı? Okumayı ihtiyâr edelim...
Gelenekte eserler bir sebebe binaen yazılır. Camileri, medreseleri, tekke ve zaviyeleriyle ruhaniyetli bir şehir olan Bursa'da yaşayan ve eserini burada telif eden Süleyman Çelebi'nin, Mevlid-i Şerifi yazmasıyla alakalı Bursa Ulu Cami'de cereyan eden dikkate şayan hadise, kaynaklarda şu şekilde nakledilir: 1402'de Ankara
Ankara dediğin bulantılı bir baş dönmesiydi
İletişim yayKitabı okudu
Reklam
131 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.