Doğuda gözünüzü alan doludizgin gün ışığı, batıda ise teslim olmamak için direnen gece hüküm sürerdi. Geceyle gündüzün arasında durduğunuz bu muhteşem an öylesine ulvi bir güzellik arz ederdi ki, hiçbir filozofun güzellik tarifi bununla yarışamazdı. Tanrı’nın ışığa ‘Ol!’ dediği andı sanki bu an. İnsan koskoca bir dağın zirvesinde, uçsuz bucaksız dünyanın ve evrenin boyutlarını düşününce, nokta kadar hissetmekten alamıyordu kendini. Yine de uçurumun dibinde durup ayaklarının yere bastığını hissediyor, bu ilahi ihtişamın tam ortasında kendi varlığını idrak ediyordu.
Hıristiyan edebiyatının ilk yüzyıllarında, genelde cennetle sınırlı olan ötedünya düşü, azizlerin yaşam öyküleri türüyle iç içe geçer. Özellikle infaz edilmeyi beklerken onları bekleyen cennetin teselli edici düşünü gören şehitler konu edilir; Passio Perpetuae et Felicitatis [Perpetua ile Felicitas’ın Çilesi] (III. yüzyıl) ve Passio Mariani et