Eve taşıdığım bir hastalık, bir ölüm bu.
Evet, bir ölüm bu. Hava mı içime çektiğim.
Yıkımın parçaları mı yoksa? Soğuk meleğe bakarak
Zayıflayan, zayıflayan bir nabız mıyım ben?
Benim sevgilim mi bu peki? Bu ölüm, bu ölüm?
Ölüm çağında
kulla beraber ancak üç sıfat kalıyor:
1- Kalbin saflığı. Yani kirlerden temizlenmesi,
2- Allahın zikri,
3- Allahı sevmesidir.
Kalbin saflığı ve temizliği, ancak dünya şehvetlerinden men olunmakla elde edilir. Allahın zikriyle ünsiyet peyda etmek ise, ancak fazlaca Allahı anmak ve buna daimî bir şekilde devam etmekle elde edilir. Sevgi ise ancak marifetle elde edilir
Yaşamın, ölüm düşüncesinin bana sunduğu her şeyden patlayacak noktaya geldiğimi duyumsuyorum. Yalnızlıktan, aşktan, nefretten, bu dünyaya özgü her şeyden öldüğümü duyumsuyorum. Başıma gelen her şey beni patlamaya hazır bir balona dönüştürüyor gibi. Bu uç anlarda, içten içe hiç’e dönüyorum yüzümü. İnsan, tüm sınırların ötesinde, ışığın dışında, ışığın geceden koptuğu noktada, vahşi bir kasırganın sizi dümdüz hiçliğe fırlattığı bir aşırılığa doğru, delice genleşiyor içeriden. Yaşam hem doluluğu hem de boşluğu, hem coşkunluğu hem de bunalımı yaratır; bizi saçmalığa varasıya tüketen baş dönmesi karşısında kimiz ki? Yaşamın içimde aşırı yoğunluğun, aynı zamanda dengesizliğin etki-siyle, bireyin kendisini geri dönüşü olmayacak şekilde havaya uçurabilecek, engellenemez bir patlama gibi çatırdadığını duyumsuyorum. Yaşamın uçlarında, yaşamın elimizden kaçtığını, öznelliğin yanılsamadan başka bir şey olmadığını, içimizde her türlü belli ritmi bozan dizginlenemez güçlerin fokurdadığını duyumsarız. O zaman, ne ölüme vesile olmaz ki?
Her gün dikkatinizin çoğunu alan sorunlu yaşam durumunuzla ilişkili tüm korku ve isteklerden geriye ne kalacaktır? Mezar taşınızda, doğum tarihiniz ile ölüm tarihiniz arasındaki üç-beş santim uzunluğunda bir tire.
Biz sizleri öldürmemişiz. Biz kendi geleceğimizi sürmüşüz Deyr Zor çöllerine. Biz, doğanın bütün canlılarını sizin gövdenizde kuruyan kanda boğmuşuz. Biz, başkalarının varlığıyla var olmanın tanrısal güzelliğini kaybetmişiz. Biz, çocuklarımızın bin yıl sonra da utanacağı kötü bir tarihi, vatan sevgisi diye ruhlarına üflemişiz. Biz, sizden kalan yapıları yıkarak, arada bir depreşen utancımızdan kurtulacağımızı sanmışız. Biz, insan olmanın onurunu, arkanızdan bakakalan hayvanlarınızın gözlerindeki kedere gömmüşüz. Biz, çatısız, eşiksiz, penceresiz evlerin, oturduğumuz evleri bir ölüm ıslığına çevirdiğini üç kuşak sonra ancak görebilmişiz. Biz, kelimelerin delirmeden türkü olamayacağını Rupen Sevag'ın ölümünden yüz yıl sonra öğrenecekmişiz.