Bir insanı tanımak istediğimizde, onun hayat hikayesi, en derin, gerçek hikayesi nedir diye sorarız. Çünkü her birimiz bir biyografiden, bir hikayeden ibaretiz. Her birimiz, algılarımız, duygularımız, düşünce ve eylemlerimizle, ki bunlara konuşmalarımız, sözlü anlatılarımızda dahildir, bilincinde olmadan, içimizde sürekli kişisel bir anlatı kurarız, biz işte o anlatıyızdır. Biyolojik ve fizyolojik açıdan birbirimizden pek farklı olmasak da tarihsel açıdan, anlatı olarak her birimiz biriciğiz.
Kendimiz olabilmek için kendimize sahip olmalıyız, hayat hikayemize sahip çıkmalı, onu kaybettiğimizde yeniden edinmeliyiz. Kendimizi "hatırlayarak", kendi içsel hikayemizi, anlatımımızı yeniden derlemeliyiz. Kişinin kimliğini ve benliğini koruyabilmesi için böyle bir anlatıya, süreklilik gösteren bir içsel anlatıya ihtiyacı vardır.
Nitekim Bay Thompson'ın çaresizce hikayeler anlatmasının ve aşırı konuşkanlığının altında yatan neden, belki de bir anlatıya duyduğu bu ihtiyaçtır. Derli toplu sürüp giden bir içsel hikayeden yoksun olması onu anlatımsal bir taşkınlığa sürüklüyor. Bununla beraber bitmek bilmez hikayeleri, uydurmaları, mitomanisi de geliyor. Halbuki bir hikayeyi veya sürekliliği sürdüremediği, hakiki bir içsel dünyayı koruyamadığı için, uydurma insanların, hayaletlerin yer aldığı yalancı dünyalarda geçen ve yapay bir süreklilik içindeki gerçekdışı hikayelere sürükleniyor.