Belki ileride doğacak çocuklarıma herhangi bir mal, mülk ya da para bırakamayacağım. Ama onlara bırakabileceğim bir cevher var. Onlar cevheri işledikleri müddetçe saydıklarımın mislini çok rahatlıkla kazanabileceklerinden eminim. Mirasım, onların öncelikle bir karakter sahibi olmalarını sağlayacaktır. Mirasım ise kütüphanemde ki birkaç kitap olacaktır. Sözümü yanlış anlamayın lütfen Zeynep Hanım! Okumayanların karakteri yoktur demiyorum. Lakin okuyanların karakteri daha sağlam esaslara dayalıdır ve yıkılması ise diğerlerine göre biraz daha zordur. Elde ettikleri karakterleri ile bağ sahibi olmak yerine, çapa sahibi olabileceklerdir. Toprak ne kadar verimli olursa olsun onu eşelemezsen, zamanla önemini kaybeder. İşte çocuklarım ellerinde ki çapa sayesinde istedikleri toprağı diledikleri kadar verimli hale getireceklerdir!
Bizim burada aylar başka türlü. Hiç ocak, şubat, mart, eylül, ekim, kasım falan demiyorlar. Aylardan bahsederken ceviz çırpma zamanı, ağaçlara su yürüme vakti, buğday zamanı, bağ bozumu vakti, asmalara su yürüdüğünde, üzümlere alaca düşünce falan derler. Çünkü biz bunlara göre yaşarız. Buğday zamanında buğday tarlasında, bağ bozumunda üzüm bağlarında çalışırız ve o tarlaların olduğu yerlere göç ederiz. Ayların ve günlerin başka isimleri olduğunu öğrendiğimde çok ama çok şaşırmıştım.
Narsisti; ihtiyaç ve duygularınıza çok az saygı gösteren ya da hiç göstermeyen, bencil haklılık duygusu ve çekilmezliği ile ilginizi elde etmek isteyen biri olarak deneyimleseniz de gerçek şu ki; kendisinin farkına varamadığı, kavrayamadığı veya kabullenemediği bir ihtiyacın -çok daha derin ve temel bir bağ kurabilmenin- hasretini çekmektedir. Ve muhtemelen duygusal olarak yakın bir bağ kurma fikrini zayıflık göstergesi olarak görür ve acınası bulur. Farkına varmadığı, kabul edilemez olarak gördüğü bu özleminin sonucunda, ihtiyaçlarını doğru yönlendiremez, bu nedenle de ilginizi ancak etkileyici fakat bir o kadar da sinir bozucu davranışlarıyla çekebilir.
- Bak sen! Öğrencisin besbelli?
- Öyle.
-Dayak yer misin?
- E, ara sıra
-Canın acır mı?
-Oldukça.
-Hey gidi felek! diye içten göğüs geçirdi köylü.
-Hoşça kal, Matyev.
- Güle güle. Hoş çocuksun, belli.
Çocuklar yola devam ettiler.
- İyi bir mujik, dedi Smurov'a Kolya. Halkla konuşmaktan, onları takdir etmekten zevk alırım.
-Dayak yediğimizi ne diye uydurdun?
- Gönlü hoş olsun diye...
- Nasıl
- Bana bak Smurov, sözümü anlamayıp tekrar tekrar soranlardan hoşlanmam ben. Zaten bazı gerçeklerin açıklanması da kolay değil. Köylünün düşüncesine göre öğrenciye dayak atılır, atılmalı da. Hani dayak yemeyen öğrenciye aklı ermez onun... Şimdi ben ona, bizi okulda dövmediklerini söylesem, düş kırıklığına uğrar adamcağız. Neyse, sen buna akıl erdiremezsin. Halkla, yolunu bilerek konuşmalı.