"Şüphesiz ki iyi kimseler kafur karıştırılmış bir kaseden süt içerler. (O) Allah'ın has kullarının kendisinden içtikleri ve diledikleri gibi akıttıkları bir pınardır. Onlar adaları yerine getirirler ve kötülüğü yaygın bir günden korkarlar. Yemeğe olan sevgilerine rağmen yoksula, yetime ve esire yemek yedirirler. Biz size ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne bir teşekkür isteriz. Çünkü biz Rabbimizden asık yüzlü, çatık kaşlı bir günden korkarız (derler). Bundan dolayı Allah da bugünün şerrinden onları korur ve onlara bir güzellik, bir sevinç verir. Sabretmeleri sebebi ile de onları cennetle ve ipek (elbise) ile mükafatlandırır. Orada tahtlara yaslanırlar, orada güneş (sıcağı) da görmeyeceklerdir, soğuk da. Gölgeleri üzerine yakın olup, meyveleri ise alabildiğine boyun eğdirilmiş halde olacaktır. Etraflarında gümüşten kaplar ve billurdan sürahiler dolaştırılır. (Evet) miktarlarını kendilerinin tayin ettiği gümüşten (billur) gibi kaplar. Onlara orada katkısı zencefil olan kadeh(ler)le içirilir. Orada 'selsebil' diye adlandırılan bir pınar vardır. Etraflarında ölümsüz, yeni yetişmiş çocuklar da dolaşır. Onları gördüğün zaman kendilerini saçılmış inci sanırsın. Nereye bakarsan orada pek çok nimetler ve büyük bir saltanat görürsün. Üzerlerinde ince ve kalın ipekten yeşil ipekler vardır. Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir ve Rableri onlara son derece temiz bir şarap içirmiştir. İşte bu gerçekten sizin için bir mükafattır. Yaptıklarınızın karşılığını da fazlasıyla görmüşsünüzdür."
Yalınayak bir çocuk koşuyor caddede
Buğdaysı sesiyle öğleyi ürpertiyor
Sarı duvar diplerinde köpekler uyuyan
Yağ kokularıyla baygınlaşan öğleyi titretip
Arnavut kaldırımlı sokaklara dalıyor.
Yanık yüzlü kısa saçlı
Çatlak topuklu bir çocuk
Sana söyleyecek bir şeyim kalmadı. Artık hiçbir cümleyi tamamlayacak gücüm yok. Belki utanç, belki yılgınlık bütün kelimelerimi alıp götürüyor. Böyle zamanlarda hayat, saçları kökünden kazınmış müntehir bir travestinin bileklerinden sızan sırnsıcak kandır, kimsenin el süremediği. Şimdi ucuz bir otel odasının küçücük tuvaletine sıkışmış bir hayatın
Ve bu canım çocuklar
Tanrıyı dünya cennetinden kovmuşlar
Tanrı iş aramaya gidiyor fabrikaya
Hem kendine hem yılanına iş
Ama fabrika yok ki artık dünyada
Ne mi var
Bereketli bir toprak yalnız
Babacan bir ay
Herkese açık bir deniz
Güler yüzlü bir güneş
Tanrı kalıyor mu sana ortada
Sürüngeniyle birlikte
Kalır ya
Zamana ayak uydurmazsa.
Temel Çavuş, ertesi sabah tan yeri atarken kırmayı duvardan alarak biraz avlanmak üzere kırlara açıldı. Hava oldukça serindi. Kuru otların üzerinde artık pırlanta iğne başlarına benzeyen milyonlarca çiy tanesi yerine gümüş kırağı serpintileri yatıyordu.
Çifteye tavşan saçmasıyla doldurulmuş fişekler sürmüştü. Buralarda ondan daha okkalıca av
Ve bu canım çocuklar
Tanrıyı dünya cennetinden kovmuşlar
Tanrı iş aramaya gidiyor fabrikaya
Hem kendine hem yılanına iş
Ama fabrika yok ki artık dünyada
Ne mi var
Bereketli bir toprak yalnız
Babacan bir ay
Herkese açık bir deniz
Güler yüzlü bir güneş
Tanrı kalıyor mu sana ortada
Sürüngeniyle birlikte
Kalır ya
Zamana ayak uydurmazsa.
Mümkün değil. Ne yapacaklarını düşünürken yanlarına genç bir adam yanaştı; harıl harıl çalışmaları, rıhtıma ayak bastıkları andan beri Büyükhanım’ın dikkatini çekmiş olan erkeklerden biri. Yağız delikanlılar, güçlü kuvvetli erkeklerdi bunlar, aralarında orta yaşlılar gibi bıyığı bitmemiş çocuklar da vardı ve etraflarına dağıttıkları yardım gibi
Değdiği yeri köz gibi yakan güneş tam tepededir. Irgat adı altındaki birtakım insanlar değil, paçavra yığınları beklemekten usanir. Birden deli bir sağanak . . . Ortalık sel sele gi der. Ardından güneş. Tırnağına kadar sırılsıklam paçavra yığınlarından dumanlar tütmeğe başlar.
Peygamberler kitaplar dolusu sabır getirmiştir Allah adına!