O sırada uzun boylu Orhan Selim birden başını eğiyor,
çünkü birbirlerine iltifat etmekte olan gölgelerin üstünden
bir cisim, neredeyse kafasına çarpacak kadar yakından uçarak
geçiyor. Rüzgârından Orhan Selim’in dağınık sarı saçları
dalgalanıyor. Bir tabut bu; uçan bir tabut.
Ayasofya’dan Sultanahmet’e doğru yükselerek gidiyor;
camilerin
Kıyıda dolanan, elindeki feneri çılgın gibi sallayan adam bir deli olabilir. Ama gece, rotasından çıkmış bir kayığı dalgalar sürüklediği zaman, bu adam bir kurtarıcı olabilir.
" Küçük bir arzunuza erişmeye çalışırken engellendiğinizde ne kadar sinirlenebileceğinizi düşünün .Eğer istediğinizi elde edemezseniz vurup yok etmeye hazırsınızdır ."
Ne demişti Ebu Cehil, Hz. Ebubekir'in karşısına dikilip:
-'Senin Muhammed 'in bir gece buradan Kudüs' e gitmiş,oradan da göğe yükselmiş. '
-'Bunu kendi kulaklarınla duydun mu?'
-'Evet. Bunu o söyledi. Bunu ondan duydum. '
-'O söylediyse doğrudur.'
"Ho!" dedi adam, önce şaşkınlıkla, sonra merakla bakarak. Çünkü gördüğü, bir kar fırtınasında yürüyen, biri morarmış dudaklı ve paçavra kürkler içinde titreyen, öbürü çırılçıplak iki adamdı. "Hey, ho!" dedi yine. Uzun, kemikli yapılı, yaylı, sakallı, koyu gözlerinde vahşi bir bakış olan bir adamdı. "Hey siz!" dedi
Siddhartha kayıkçının yanında kaldı, kayığı kullanmasını öğrendi. Kayıkta yapılacak iş olmadığı zaman Vasudeva’yla pirinç tarlasında çalıştı, çalı çırpı topladı, piseng ağaçlarından meyveleri topladı. Bir küreğin nasıl yontulacağım öğrendi, kayığın nasıl onarılacağını, nasıl sepet örüleceğim ayrıca. Öğrendiği her şey onu sevindiriyor, günler ve