Kur'an-ı Kerim'in tamamının bir dile tercümesi ilk defa X. yüzyılda Samani hükümdarı Mansur b. Nuh döneminde olmuştur. Taberi tefsiri esas alınarak yapılan bu tercüme, Buhara, Belh, Babü'l-Hind, İspicab, Semerkand ve Fergana'dan getirilen Maveraünnehr alimleri tarafından muhtasar şekilde yapılmıştır. Yani Kur'an-ı Kerim'in ilk tercümesi bir heyet tarafından devlet eliyle oluşturulmuştur.
Oysa İslam' da esas, yeryüzüne yayılmak değil; onu Allah' ın emirlerine, O' nun nuruna, insanın fıtratına açmak demek. Allah' ın halifesi olduğu bu arzda sahiplenme ve büyüklenme edasıyla toprağa yapışmak değil. Toprak gibi mütevazi, onun gibi verici olmak. Müslümanlar bunun için gittikleri her beldedeki ilimleri, bilgileri incelemişler, almışlar. Osmanlılar gibi, Bizans' a da ait olsa işlerine yarayan uygulamaları devam ettirmişler. Hind' in tıbbını, Çin' in astronomisini, eski Yunan' ın felsefesini hiçbir kompleks olmadan almışlar. Çünkü fethin önemli gayalerinden bir "hikmet nerede olursa olsun onu gidip almaktır." Çünkü "hikmet" Müslüman' ın kayıp malıdır. Bu sebeple, Müslüman ele geçirdikleri memleketlerdeki kütüphaneleri Batılılar gibi yakıp, yıkmamışlar. Bunun için gayrimüslim de olsa bilginleri himaye etmişler.
Reklam
Hangi yöne yönelirlerse yönelsinler aşk kervanları Ben Aşk dinini uyguluyorum dinimdir,imanımdır, inanıyorum aşka İşte güzel bir örnek bize Hind'e âşık Bişr Ve onun kızkardeşi İşte Meyya ve Gaylan, işte önümüzde Kays ve Leyla
Kızın büyüleyen, iri gözlerini gördüm, insana acı sitemler veriyordu bu gözler. Acılıydı; hayret, tehdit ve vaitler vardı bu gözlerde; gördüm. Hayatımın kıvılcımı, bu ışıltılı esrarlı gözlerin derinlerinde kaybolup gitmişti. Bu çekici ayna, bütün benliğimi, insan düşüncesinin kavrama gücünden âciz kaldığı bölgelere almış götürmüştü: Türkmenlerinki gibi dar çekik bu gözler, olağanüstü ve mestedici parıltıyla canlı, hem ürkütücü, hem çekiciydiler. Hiç kimsenin göremeyeceği korkulu manzara ve sırları seyreder gibiydiler. Çıkık yanaklar, yüksek alın, ince ve bitişik kaşlar, dolgun hafif aralık dudaklar, o dudaklar ki uzun ve tutkulu bir öpüşle yeni öpülmüş, ama susuzlukları giderilmemiştir. Siyah saçları çözük dağınık, solgun yüzüne dökülüyor, birkaç zülüf şakaklarında kıvrılıyordu. Uzuvlarının letafeti, hareketlerindeki esîrî özentisizlik, hepsi, onun uçacak gibi, kırılacak gibi olduğunu gösteriyordu. Hind tapınaklarında bir rakkasenin hareketleri ancak böyle ahenkli olabilirdi.
On yıldır bulamadığım aydınlık her ne idiyse hepsini şu karanlık köşede buldum. Karaydı benim Nihâdem. Onu, karanlık kavramına verilmiş bütün aydınlık isimlerle sevdim. Gözlerine çektiği Tebriz sürmesi gibi. Dudağının sol üzerindeki Hindû ben'i gibi. Saçı, kaşı. teni, gözleri gibi. Bir fincan kahvenin hatırı gibi. Çok karanlık, hep karanlık, aysız bir gece gibi ve dünyanın yaradılışındaki ateşi hâlâ içinde saklayan kömürün karası gibi.
Özetle birinci evliliğinden Hind ve Hâle isminde iki erkek çocuğu; ikinci evliliğinden de Hind isminde bir kız çocuğu olmak üzere toplam 3 çocuğu dünyaya gelmiştir.
Sayfa 35 - Semerkand
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.