Selçuknâme bize gösteriyor ki Oğuz şöleninde sünüglerin (söğüşlerin) adedi, yedidir. Biri Hakan, diğerleri de Altı Oklar’dır.
Selçuknâme: XVI. yüzyılda yazılan ve sonra da Türkçe'ye çevrilen Ahmed b. Mahmud'un (v. 1570) bu eseri özgün bilgiler vermekten öte, genel bir Selçuklu tarihidir. Selçuklular'ın yıkılışından 300 sene sonra ve Büyük Selçuklu tarihini konu edinen bir Osmanlı müellifi tarafindan Arapça olarak kaleme alınması, Selçuklular'a duyulan ilgiyi ve eserin değerini ortaya çıkarmaktadır. Eser, Yazıcızâde'nin tarihinin tamamlayıcısı niteliğinde olup iki cilt halinde yayımlanmıştır.
Reklam
Selçukname yazan da bu kitabında yazıyor ki: "Dayım dalima bize öğüt verirdi, derdi ki: Sakın olmaya ki kentlerde oturasınız, yerleşesiniz. Çünkü kentlerde oturanların ili ve boyu belli olmaz, soyluluğu ve şerefliliği kalmaz; beylik ve soyluluk, ancak göçebelikte ve Türkmenliktedir."
Yazıcı Ali,
"Selçuknâme"sini gene Sultan İkinci Murad adına yazmıştır.
Sayfa 439
Yazıcızade Ali, İbn Bibi'nin eserinin tercümesini bazı eklemeler yaparak padişaha sunmuştu. Bu Selçukname'de yer alan eklemelerde Yazıcızade, Osmanoğulları'nı Oğuz geleneğinden gelen bir tarih anlayışı içinde takdim etmeye çabalıyordu. Türkçe nesrinin güzide örneklerinden biri olan bu eser, IL Murad devrinde yazılan diğer tarih eserleriyle birlikte siyasi açıdan pratik bir amaca hizmet ediyordu. Bazı Osmanlı münevverleri, Kayı boyunun önceliğini vurgulayıp eski Oğuz ananesine göndermede bulunarak, Anadolu'da Osmanlı hakimiyetinin doğal ve meşru bir gelişme olduğunu kanıtlamaya uğraşıyorlardı. Bu çaba, hanedana karşı farklı bir siyasi oluşumun içine girebilecek güçlü uç beylerine "vazgeçilmez hanedan" imajını, geleneksel bir meşruiyet içinde hatırlatıyordu. Ayrıca bundan da mühim olarak, Timurlu Devleti'nin siyasi ve askeri heybetini koruduğu yıllarda büyük bir anlam taşıyordu. Bu tarihçilik geleneği, 15. ve 16. yüzyıl Osmanlı kroniklerine sirayet ederek, Oğuz-Türkmen geleneğine bağlılık düşüncesinin yerleşmesine ve Türkçenin edebi bir dil olarak güçlenmesine hizmet etti. Üstelik hanedanın kendisi de bu eski Oğuz-Türkmen hatıralarını açık bir şekilde benimsemede mahzur görmedi. Bu durum Osmanlı kimliğinin ayrılmaz bir parçası olacaktı.
Selçuklu Sultanları ilerlemeyi sürdürerek hem Bağdat'ın Arap Halifelerini hem de Roma'nın Bizansl İmparatorlarını yenmiş, nihayetinde Batı Asya'nın büyük bir bölümü üzerinde egemenlik kurmuşlardı. Bunun yanı sıra özellikle Alp Arslan ve Melikşah gibi bizzat sultanlar da büyük ölçüde sanat hamileriydiler, İran'ın bir başından
Sayfa 86 - Ayrıntı YayınlarıKitabı okudu
Reklam
47 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.