Divan edebiyati; saraylarda, konaklarda, laleliklerde bir avuç insana hitap ederken, öz Türk edebiyatı, Mohaç'larda, Viyana önlerinde sazların tellerinde haykırıyor... Ve burada çıkan tiz nağmeler, gazilerin yüreklerinde akisler bırakıyordu. Bu kadar da değil, koşmalar anayı babayı düşündürüyor... Onların duygularında hazin kahraman şehnameler yaratıyordu. Sivastopol önünde yatan gemiler Atar nizam topunu yer gök iniler .... Davulla zurnayı düğün mü sandın Al yeşil bayrağı gelin mi sandın Askere gideni gelir mi sandın
Sayfa 194 - Kaynak YayınlarıKitabı okudu
Kahvenin Ortaya Çıkışı
Kahve’nin hikayesi Yemen’de başlıyor. Bir çoban her gün olduğu gibi yine keçilerini takmış peşine gütmeye götürüyor. Belli bir yerde hayvanlar yayılıyor. Ancak bir tanesi her defasında gözden kaybolup bir yerlere savuşuyor. Çoban merak içinde kaybolan keçiyi ararken bir yerlerden çıkıp geliveriyor. Tabii çobanı bir meraktır alıyor. Bu keçi
Sayfa 195 - Timaş YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Bizim milliyetçilerimizin de esasında yurdun refaha ulaşmasını, halkımızın istibdadın zulmünden kurtulmasını istediklerine inanıyorum. Fakat nasıl? Onlar yalnız iman ve duyguyla hareket eden insanlardır ve aralarında duygularının önüne geçip bu soruyu kendi kendilerine soranlar pek azdır sanırım. Zaten halkımızın gerçek refah ve saadetini düşünenler de pek sayılıdır aralarında. Çünkü milliyetçilikleri gerçeklere, düşünceye değil de, imana bağlıdır ve milliyetçilik sahasına çıkış noktaları da her zaman ya Türk ordularının Viyana'ya, ya da Gazi Bora Han'ın Moskova'ya girişidir. Daha beteriyse hassas ruhlu ve şöhret harisi olmalarıdır. Oysa imanın da, hassasiyetin de milliyetçilikte yalnız yardımcı unsurlar olduğunu bilmezler. Ağır şartlar altında insanın ruhu yavaş yavaş yıpranmaya, sonunda ise çökerip yıkılmaya nasıl mahkûmsa sadece iman ve duyguya dayanan bir milliyetçilik de yavaş yavaş yıpranmağa, onu saran yeni şartlara teslim olmağa mahkûmdur. İman! İman! İman! insanlığın inkişafından kopuk, devrin gerçeklerine ilgisiz bu iman ne kadar güçlü olursa milletin umutsuz ve çıkımsız bir duruma sürüklenmesi de o derece güçlü bir ihtimal olur. Hele bizim halkımız gibi esaret altında yaşayan bir halk! Oysa aslında esaretin bir halkın varlığı için en büyük tehlikeyi teşkil etmediğini, en büyük tehlikenin halkımızın devrin hayat şartlarına, insanlığın ilerleyişine ayak uyduramamasında olduğunu ya bilmiyorlar ya da duygularının esiri oldukları için görmüyorlardır.
Sayfa 85 - Ötüken Yayıncılık
"Viyana surlarında Kur'an dili ile ezan okuyan, tekbir getiren kahraman Türk milleti, nasıl olurdu da kendi öz diyarında, kendi öz minaresinde, kendi öz mâbedinde Kur'an dili ile ezan okuyamazdı? Nasıl olmuştu da bu millet, bu zillet derecesine sükût etmişti? Kimler onu bu hâle getirmişti? Bu, olamazdı, fakat oldu işte!"
Milleti için, İslamiyet için yaşamak, çalışmak istiyordu. Büyük bir nam bırakmak emelinde idi. Bu ümid ateşi, bu iman nuru daima yüreğini, dimağını yakar, geceleri uykusunu kaçırır, gündüzleri elinde kitap, harita, saatlerce çalışır, saatlerce düşünürdü. İslamlar, Türkler, Tatarlar hakkında Fransızcada, Rusçada, Türkçede ne kadar kitaplar yazılmış
Soysuz Osmanlı aydınlarını bir yana bırakalım. Vatanseverliklerine hiç şüphe olmayanların imzaladığı bir tarihi belge 1918'deki iç çöküşün ne kadar derinlere gittiğini gösterir. Belgenin Türkçesi yok edilmiştir. Fakat İngilizcesi Amerika'nın Dış İşleri Bakanlığı arşivinden alınıp Ankara Üniversitesi Tarih Araştırmaları dergisinin III. Cilt
Sayfa 165Kitabı okudu
Reklam
722 öğeden 711 ile 720 arasındakiler gösteriliyor.