Gönlümün maviliği gitmesin gökyüzünden Kuşların gülücüğü eksilmesin yüzünden
Kar yağsa da bu sessiz vadiye, gün bitmesin; Yapraklar üşüse de, çiçekler üşümesin
Yağmurun inceden yağdığı yerde
Açan gül acıyı damıtır solar
Ağustos böceği düşünce derde
İçine kuşların sevdası dolar
Ölü bir mahzene gömüldü kibir
Artık sevsen de bir, sevmesen de bir..
Bu yaz ne de çok yağmur yağdı,
Ben başka dünyadan geldim, bilemem.
Bahçe ne kadar yanımızda,
Ne kadar yakın karanfil tarlası!
Bilgiyi arayan Gılgameş
Gibi kuşkumun kuyusunda gizlenecek
Ipıslak bir çiçek.
Şaşkın kuşların değil mi bu dünya.
Başka kimin olabilir ki!
Benim yabancılığım bitmeyecek.
Bu bakışmayı kim öğretti
Ağaçlara ki hep omuzlarında
Bilmediğimiz nice şeyi bilen suskun
Göğü sonsuzluğun.
Bu yaz ne de çok geyik geldi.
Yağmurda şebboy kokluyorlar.
Yalvacı birdir ateşin ve suyun.
Boş koyların yalnız denizi
Batan güneşin renginde taş arar,
Bana yeryüzünün gizini açıklayan
O köpürmüş orman.
Çevremizdeki tüm bu şeylerin ne olduğunu biliyor musun, Winnie? Hayat. Haraket eden, büyüyen, gelişen, bir dakika bile değişmeden duramayan hayat. Her sabah baktığın bu gölün suyu hep aynı görünür, ama değildir. Gece boyunca haraket eder, batıdaki şu dereden sürekli su gelir ve doğudaki şu dereden gider, daima sessiz, daima yeni, hiç durmadan haraket eder. Ama göl hep buradadır, su her zaman haraket eder ve önünde sonunda bir gün okyanusa ulaşır. Sonra ne olur biliyor musun? Güneş bir kısmını okyanustan emer ve yeniden bulutların içine katar, sonra yağmur yağar, yağmur dereye düşer ve dere suyu yeniden göle getirir. Bu bir çarktır, Winnie. Her şey bu çarkın bir parçasıdır. Çark hiç durmadan döner. Kurbağalar, böcekler, balıklar bu çarkın bir parçasıdır, ardıç kuşları da öyle. Hatta insanlar da bu çarkın parçasıdır. Ama aynı insanlar değil. Sürekli yenileri gelir, daima büyürler, değişirler, hiç durmadan haraket ederler. İşte böyle olması gerekir. İşte hayat böyle devam eder.
Sayfa 47 - Türkiye iş bankası kültür yayınlarıKitabı okudu
Biz bir serseri degiliz, cunku serseriler ciceklerin nasıl koktugunu bilirler. Bir bos gezen de degiliz; oyle olsa, arada bir gokyuzunu ve durgun zamanı hatırlar, icleniriz. Ne hayatı onaran bir bilgeyiz, ne de bir bilgenin karsısında egilecek kadar ince kalmıs bir boynumuz var. Biz yalnızca sokaga salınmıs olanlarız: Yani aglama taklidi yapan bir dilenci; alacaklısının gogsunu tahsil eden bir edip; cantasında, baskalarının banknotlarını kemirecek sincaplar tasıyan bir sirk gorevlisi; nese satın alan saygın bir bonkor; bedeni baskalarınca orgutlenmis pilli bir oyuncak; ya da demirin gucu karsısında kagıtlarını hemencek degistiren iflah olmaz bir profesyoneliz. Kulaklarımızı kirlettigi icin ambulanslara, pacalarımızı kirlettigi icin yagmura lanet ederek gecip gidiyoruz sokaklardan. Yorgun bir ölüme de, simdi sadece kusları ve cocukları yıkamak icin dokulen damlalara da aldırdıgımız yok...
MONA ROSA
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.