Birini sırf etrafını saran dikenli tellerin arasından yaralı kalbinin ta içini gördüğünüz için sevebilir misiniz? Ama ya bu bir hataysa? Ya kendinizi riske atıp tüm o vahşi telleri aştığınızda karşınıza çıkan cevher çekingen bir iyilik değil de daha büyük bir zalimlikse?
Herzoga göre , bugün makineli 5 milyon insan toplumsal olarak yaralı bir işte calıştırılırsa 20 milyonluk bir nüfusu günde 1.5 saat çalışarak tüm ihtiyaclarını ve küçük lüksleriyle yaşatabilir (1903 yılında )
Öğle düşmüştü, yaralı bir kuş gibi ovaya
Ölü günün esri ipiyle vardığımızda.
Bir asker, iki adam, sonra yine iki adam
Denizi önlerine çekmiş konuşuyorlardı.
Tam işte orda birden bizi bırakıverdiler: Bizim
Baştan beri konuşmalarımıza katılıp gelen kuşlar.
Selamlayıp yerlerimizi daha yeni almıştık ki
"Kuşları neden bıraktınız?" dedi, uzun biri.
"Yerimiz vardı," diye ekledi ocaktaki adam
Daha çok deniz kıyılarına çalan sesi.
Sonra herkes kendi dünyasına daldı
Geçti geçmez dediğimiz zaman. Kuşları unuttuk.
Akşamla rüzgâr çıktı: Adamı alır atından.
İlk biz, sonra denizi önlerine alanlar kalktı.
Atları tam yola çekiyorduk ki baktık
Çığlık çığlığa bizi bekler bulduk kuşları.
...Ben Birinci Cihan Harbinde Bitlis mevkiinde yaralı olarak esir olurken, Bedîüzzaman da o gün esir düşmüştü. O Sibirya'ya gönderilmiş, en büyük esirler kampında idi. Ben Bakü'nün Nargin adasında idim. Günün birinde esirleri teftişe gelen ve kampı gezerken Bedîüzzaman'ın önünden geçen Nikola Nikolaviç'e o hiç ehemmiyet vermiyor ve yerinden
Ayrılık saati gelip çattığında ikimiz de masanın kirli örtüsüne dikmiştik gözlerimizi. Ben arada bir beyaz peynirin üzerindeki küllere de bakıyordum. Son cıgaramızı yaktık. Son olduğunu ikimiz de bildik. Yenice paketinin sırtına bir şeyler karaladı ve uzattı:
Yaralı paramparça şarkı söyleyen kalbim
gözlerin yeryüzü ve nazlı Umut
hepsi bu kadar sevgilim.
Seviyor muyduk acaba birbirimizi? Sevda dedikleri bu muydu yoksa? Buysa, biraz da komik değil mi?