Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Tekke Ve Ahiliğin Yitirilişindeki Oluşan Çöküntü
İnsanı sanat eseri üzerinde düşündüren, sanatı öğreten, sanat ve inanç arasındaki bağları kuran eğitim merkezleri olarak tekkelerin, ahlak ve sanat temeli üzerinde oluşturulmuş ahilik kurumunun ortadan kalkması sonunda oluşan boşlukta, bilinçsiz toplulukların seviyesizliğine hizmet veren gazino şarkıcılığını sanat olarak tanıtanların toplumumuzun kültürel çöküntüsünün bugünkü sorumluları olduğunu söylemek asli bir vazife haline gelmiş bulunmaktadır.
Sayfa 47 - Timaş Yayınları ,Turgut Cansever ,mimari ,cennet tasavvuruKitabı okuyor
AHİLERİN PİRİ
İlk ahilerden olan Ahi Natur'dan sonraki dönemde, ahiliğin her geçen gün biraz daha yayılmasına paralel olarak bu unvanın daha sık kullanılmaya başlandığı görülür. Bu dönemde Ahilikle bağlantılı olarak adından en fazla söz ettiren şahsiyet, Moğol istilası öncesinde Anadolu'ya gelen ve Ahilik teşkilatının kurulmasında ve yapılandırılmasında belki de en büyük paya sahip, ileriki dönemde Ahilerin piri olarak anılacak Şeyh Nasirüddin Mahmud el-Hoyi'dir. Yaşadığı dönemde bu ismi kullanıp kullanmadığı bilinmemekle beraber, ileride yaygın olarak Ahi Evran adıyla tanınacak olan Türkmen babası Şeyh Nasirüddin Mahmud el-Hoyi adeta Ahilikle özdeşleştirilmiştir. Aslen Hoylu olan Ahi Evran, 1171 yılında doğmuş, Horasan ve Maveraünnehir'de eğitim gördükten sonra 1205 yılında Bağdat'tan yola çıkarak, yanında Muhyiddin-i Arabi, Ebu Ca'fer Muhammed el-Berzaî ve Evhadüddin Hamid el-Kirmani gibi dönemin önemli sufileri bulunduğu halde Anadolu'ya gelmiş, Kayseri'ye yerleşerek burada Ahi teşkilatının ilk nüvesini kurmuştu. 1227 yılında Sultan Alaeddin Keykubad'ın davetiyle Konya'ya gidinceye kadar Kayseri'de debbağlıkla meşgul oldu.
Sayfa 67 - Derin Tarih, Tüm Bildikleriniz Tarih Olacak, Ketebe Kitap ve Dergi Yayıncılığı, Özel Sayı 12, Ağustos 2018Kitabı okuyor
Reklam
Fütüvvet babadan oğula intikal etmez: "Bir kişi desekim benim atam Yiğit başıdır yahut Ahî idi Şeyh idi, ben dahi Şeyh veya Ahî olurum diyebilur mu, olmaz. Bana ceddimden veya atamdan mirastır ve vasiyettir demeye kadir olamaz. Oğul atadan kuşak kuşanmak dürüst değildir. Eğer atası Peygamber dahi olsa anı cennete iletmezler, kendi de olmayınca." Ahîlik bu surette diğer birçok tarikatlardan ayrılır. O, bir mânâda tam bir demokrasi hareketidir. Şu kadar var ki muasır demokrasilerin rekabeti yerine ahlâkî ve iktisadi tesanüdü prensip olarak almıştır.
Sayfa 303Kitabı okudu
Ahî olmak ve peştemal kuşanmak için müsbet ve menfi yedişer şarta riayet etmek lazımdır. Evvela yedi fena hareketi bağlamak ve sonra yedi güzel hareketi açmak lazımdır. Ahîlik nazarında bu yedişer fazilet ve rezilet şunlardır: 1-Hasislik kapısını bağlamak ve lutûf kapısını açmak. 2- Kahır ve zulüm kapısını bağlamak, hilim ve mülayemet kapısını kaçmak. 3- Hırs kapısını bağlayarak kanaat ve rıza kapısını açmak. 4- Tokluk ve lezzet kapısını bağlayıp açlık ve riyazet kapısını açmak. 5- Halktan yana kapısını bağlayıp Haktan yana kapısını açmak. 6- Herze ve hezeyan kapısını bağlamak marifet kapısını açmak. 7- Yalan kapısını bağlamak ve doğruluk (Sıdık) kapısını açmak. Fütüvvetnâmeye göre ancak bu yedi fazileti kazanan insan Ahî olabilir.
Sayfa 302Kitabı okudu
Ahîlik, dinî-iktisadî bir teşekküldür. Anadolu dışındaki Türkler arasında da rastlanan bu teşkilatın en fazla VII. asır zarfında Anadolu Selçukîlerinin inhilaline doğru ehemmiyet kazanmaya başladığını görüyoruz. VIII. ve IX. asırlar içerisinde Selçuk devleti yerine küçük beyliklerin kâim olduğu ve Osmanlı İmparatorluğu'nun henüz Anadolu siyasî vahdetini kazanamadığı zamanlarda Ahîlik yarı siyasî mahallî teşekküller halini almış, bazı yerlerde hükümet kuvveti yerine geçmiştir. Ancak Osmanlı İmparatorluğu nüfuzunu Anadolu ve Rumeli'de tamamıyla tesis ettiği zaman artık bu teşkilat da lüzumsuz kalmış ve kendiliğinden inhilale başlamıştır.
Sayfa 299Kitabı okudu
Bu Türk-İslam devletlerinde iktisadi faaliyetin doğrudan doğruya Müslüman Türklere intikalinin başka mühim bir sebebi de Abbasi halifesi En-Nâsır li-dinillah'ın rehberliğinde bütün İslam ülkelerinde kurulmasına çalışılan ve son derecede düzenli ve disiplinli olarak yürütülen loncalar tarzındaki Ahilik teşkilatıdır. Gayri-Müslimlere kapalı olan bu teşkilat, Müslüman meslek erbabına bir nevi imtiyaz sağladığından, bir yandan Türklerin şehir iktisadiyatına girmelerini kolaylaştırmış, diğer taraftan çeşitli sanat ve iş kollarında çalışan, fakat loncalar dışında kaldıkları için türlü zorluklarla karşılaşan gayri-Müslim unsurun kendiliğinden büyük ölçüde İslamlaşmasını sağlamıştır. Çünkü, bilindiği üzere, Anadolu'nun Türkleşmesinde nasıl baskı, göçürme ve öldürme yoksa, İslamlaşmasında da siyasi ve idari herhangi bir zor kullanma bahis konusu değildir.
Sayfa 359 - İA. Tafsilen bk. mad. Selçuklular, VI, 1, 2.Kitabı okudu
Reklam
Alevi Sufizmine Eklemlenen Şiilik
13.-14. yüzyıllarda Ahilik (lonca dernekleri) ile başlayan Şii etki, 15. yüzyılda Hurifilik (harflere kutsal anlamlar yükleyen dinsel akımın) eliyle arttı. 16. yüzyılda Safeviler (İran'da Şah İsmail'in kurduğu devlet) zamanında en uç noktasına çıktı. Burada altını kalın çizgilerle çizmemiş gereken nokta başlangıçta Alevi dininin içinde Şiilik yoktu. "Eski tarihi kaynakların hiçbirinde, Anadolu kırsal kesiminde ve köylerinde Şii'likten, özellikle de aşırı Şiilikten hiç söz edilmemiştir. (...) Örneğin Baba İlyas, Hacı Bektaş, Şii değildir. Gerçekte Şii'lik, Safavi propagandasıyla politik görünümlü bir uç noktaya varıp ulaştı".[1]
Sayfa 146 - Ütopya Yayınevi
Ahilik
Ahi Evren’in en büyük mucizesi ise, derilere verdiği ve başka hiç kimsenin başaramadığı renk ve vasıftı.
Sayfa 184Kitabı okudu
Biz Bektaşilik ve ondan pek az farklı olan Kızılbaşlık ile Ahilik arasında âyin ve erkân bakımından büyük benzerlik görmekteyiz.
Ahiler hakkında
İçlerinde birçok kadı ve müderris de bulunan Ahilik teşkilatı herhangi bir esnaf topluluğu değil, o teşkilat üzerine istinat eden ve akidelerini o vasıtayla yayan bir tarikat sayılabilir
Reklam
Ubeydullah Ahrar aynı zamanda bir çiftçiydi. Tarlada ziraat yaparken insan eğitirdi. Bir yandan Darüşşifada hastalara bakar ve öte yandan insan eğitir, seyr ü süluk yaptırırdı. Batı'da gelişen Hospitalıen Tarikatı'nın ismi hastanecilikten gelir ve kuruluşunun temelinde Haçlı Seferleri ile Antakya ve Şam'a gelen Hristiyanlann buralarda Müslümanlardan gördükleri ahilik örnekleri yatar.
Maalesef Mevlânâ hâlâ birçok dindar tarafından kabul edilmemektedir. 17 Aralık geldiğinde Mevlâna'yı Şeb-i Arus ayinleriyle anmak kötü bir şey değildir ancak bununla yetinilmemesi gerekir. Bunun dışında Mevlânâ'nın bir insan yetiştirme modeli vardır ama bu usul üzerine mektepler açılamamaktadır. Mevlevi eğitim sistemi bugün Amerika'da, Rusya'da, Avrupa'da dahi ilgi görmektedir. Bugün Hintli bir Yogi Avrupa'da kendi sistemi üzerine bir okul açabilmektedir ancak bizde metafizik temelli okul açılamamaktadır. Hâl böyle olunca din sadece kuru bir kavram düzeyinde kalmaktadır. Aslında gelenekte, bozulmamış, saf hâlinde tatbik edilen o İslam geleneğinde kavramdan ziyade halka inen, hayata yansıyan ameli anlayış söz konusu olmuş ve tercih edilmiştir. Bu yöntemle mesela bir Ubeydullah Ahrar örneğinde olduğu gibi bir yanda ârif öte yanda çiftçi vasfı olan insanlar yetiştirilmiştir. Ubeydullah Ahrar aynı zamanda bir çiftçiydi. Tarlada ziraat yaparken insan eğitirdi. Bir yandan Darüşşifada hastalara bakar ve öte yandan insan eğitir, seyr ü süluk yaptırırdı. Batı'da gelişen Hospitalıen Tarikatı'nın ismi hastanecilikten gelir ve kuruluşunun temelinde Haçlı Seferleri ile Antakya ve Şam'a gelen Hristiyanlann buralarda Müslümanlardan gördükleri ahilik örnekleri yatar.
Sayfa 156Kitabı okudu
Ahî Teşkilatı
İslâm ülkelerinde manevi birliği sağlamak maksadıyla Abbasi Halifesi Nâsır-Lidinillah (1180-1225) tarafından resmi bit huviyete kavuşturulan fütüvvet kurumu, Anadolu'da Ahi Evran (1172-1262)'ın şekillendirmesi ile Ahilik olarak tezahür etmiş ve burada çok büyük bir gelişme göstermiştir. Bizzat Türkiye Selçuklu Sultanları I. Aaaddin Keykâvus (1214) ve I. Alaaddin Keykubâd fütüvvet teşkilâtına girmişler ve Anadolu'da ahiliğin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Kimi damlalar toprağa karışmış,kimi damlalar yapraklara tutunmuş,kimi damlalar karanlıklar vesvesesinde kendilerini çarmıha germiş, kimi damlalarsa ağaçlara sütanneliği ederek köke yönelmiştir. Her can damlası bir şeyle meşgul olmuştur. Biri terziliğe,biri ayakkabıcılığa, biri ahilik sevdâsına, biri çengi dinlemeye, biriyse kokuya renge dalıp denizi unutmuştur. “Önde olanlar öndedirler.”(vâkıa 56)
345 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.