Proletarya, esas olarak sanayi işçilerine ve ikincil olarak da diğer ücretlilere atfen kullanılır. Proletarya, herhangi bir üretim aracından mahrum bırakılan ve emek gücünü üretim araçlarının sahibi olan kapitalistlere satmak zorunda olan bir sınıftır. Kapitalist işverenle- rin kendilerine ayırdığı artı-değerden çok daha küçük, az bir geçim ücreti
Orta burjuvazi, ulusal burjuvazi olarak da adlandırılır. Kom- prador büyük burjuvazi ve küçük burjuvazi arasındaki orta taba- kadır. "Ulusalcı sanayileşme" ile ilgilenen şehir ve kasabadaki iş adamlarından oluşmaktadır. Ekonomik çıkarları; kır evi endüstrisi, balıkçılık ve hafif üretimden orta ölçekli pazarlama, ulaştırma işlet- melerine
Devrin bizdeki çehresi biraz da sanata verdiği üstün yerden gelir. Sanatın bir adım ötesinde ufuk tahammül edilmeyecek kadar boğucudur. Öyle ki insan, devrin şurada burada tek tük rastlanan hâtıraları ile karşılaşınca ister istemez Şeyh Galib'in:
Perişâni-i gam menşuruna tuğra mıyım bilmem
mısraını hatırlıyor. Hayır bu altın, bir yıkılışın üstünde parlıyordu. Bu mısraın bulunduğu müseddesin hâne beyiti ise Şeyh Galib'in bence tek kehanetidir:
Belâ mevc-âver-i girdâb-ı hayret nâhuda nâbud
Adem sahillerin tuttu deriga bang-ı nâmevcud!
Şüphesiz bunda en büyük mesuliyet padişahındı. Bu hükümdar giriştiği işi tutacak kudrette değildi. Ne de bu cinsten büyük bir değişiklik için zarurî olan bilgiye ve şahsiyete sahipti. Devri çakırpençe insan istiyordu. III. Selim'de ise bu yoktu. Onun için diktiği yenilik ağacı ancak kanıyla sulandıktan sonra tutunabildi ve çiçek açtı.
III. Selim'in beste ve âyinlerini şimdi bizim için o kadar derin ve mânalı yapan şey, iyi niyeti, yenilik aşkı gibi faziletlerini karşılayan cihangirlik hulyası, tereddütleri, yeis ve füturu, hulása, bütün bir kompleks psikoloji yüzünden milletçe yaşadığımız kanlı ve hazin macera mıdır? Hayatını ve yarıda bıraktığı işleri, imparatorluğun yelken ve dümenine kadar suya batmış bir gemiye benzeyen felâketli manzarasını bilen bizler, bugüne ait his ve o düşüncelerimizi teşmil ederek mi bu eserlerle karşılaşıyoruz? Yoksa onlar gerçekten, şimdi duyduğumuz şekilde, bütün bir inkıraz korkusu, inkıraz zevki, azaplar, tehlikeli sezişler, nefis ithamları ve kaçışlarla zengin olarak mı bize geliyorlar?
fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
bir güvercin uçurup kıtalar arasından
çağırdın beni
geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana
koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına
adını söylemek
Derviş sabrıyla yunmuş bu kasabada hayat
Karıncalar âlicenap, serviler hep hıraman.
Sırtüstü yüzerek batıyor az ötemizde güneş
Sırayla örtüyor kapıları insan sesli bir ezan.
Avluda ayakta karşılıyor çocukları çiçekler
Dağın testisinden mırıldanarak yetişiyor su.
Ne performans ödevi ne dalgalanan döviz
Gece aynı anda geliyor dedelerin uykusu.
Sekseği bırakınca bahar, çeyize başlıyor yaz
Hiç gecikmiyor yerin ateşine göğün matarası,
Yenişemeyince cömertlikte bahçeler bağlar
7 / 24 dolup taşıyor, tüm gariplerin sofrası...
Fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
Bir güvercin uçurup kıtalar arasından
Çağırdın beni
Geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
Derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
Yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
Yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
Yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana
Koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına
Adını söylemek
_İnsan, kim olduğunu ancak felakete uğradığında gerçekten anlıyor.
_Önemsiz bir şahsiyet olan bu Habsburglu kadının kurduğu neşeli, tasasız oyun dünyasına devrim dalıvermeseydi, o da gelmiş geçmiş yüz milyon kadın gibi sakin sakin yaşayıp gidecekti. Dans edecek, sevecek, gülecek, süslenecek, çocuklar doğuracak, en sonunda da sessizce bir yatağa