Ali Yakup Bey fıtraten, kendine mahsus, hâlis bir derviş hâli vardı; çokta hazır cevaptı. Cevapları, okudukları nakilden ziyâde aklî olurdu. Yâni menkul değil, makul idi. Sanki mânâ âleminden, gayb âleminden ilham alır gibi cevaplar verirdi.
- "İbnü'l-mer'e, Türkçemizdeki "ana kuzusu" gibi bir mânâya gelir. Hazret-i İsa'nın babası yok, İlâhî bir nefha, bir mucize, daha beşikte iken konuşuyor: "İnnî abdullah âtâniye'l-kitap" Ben Allah'ın kuluyum; O bana kitap verdi... Beşikteki bir çocuğun konuşması imkânsızdır. Allah kudretini gösteriyor... Artık ondan evlenmek beklenir mi?.."
Ali Yakup Efendi böylece anlattıktan sonra devam etmiş: Adamcağızın artık itiraz edecek hâli kalmayınca, ben lâfı tamamladım...
- "Yalnız şu suâlime dikkat et! Hazret-i İsa'yı taklid ederek mücerred kaldığını iddia eden kilise ricali, eğer onun gibi temiz kalmışlarsa, o zaman bu suâli sormaya, münakaşaya girmeye, kendince hakkı olur. Ama kalmadılar. Yok kiliseye olan hüsnüzannından dolayı, o haşarata hürmetin varsa, kilisenin esrarına girmiyorsan, Jean Jack Rousseau'nun "İtiraflarım" diye bir kitabı var, onu getireyim de oku..."
Sayfa 299 - 298 2.Kısım, (Kahire, Ezher'de Okuduğum Yıllar), -Ali Yakup Bey-, Hazret-i İsa, Bir mucize; Ya Kilise Ricali, Kaynak YayınlarıKitabı okudu
Dijital çağda gündelik yaşamımızda yer alan, üretken olmamızı engelleyen, gereksiz ve dikkat dağıtıcı özeliklere sahip birçok uyarıcının etkisinden kurtulduğumuz anda JOMO'yu yaşamaya ve keyif almaya başlarız. Bu bağlamda JOMO, dijital ortamın etkisinden kurtulmanın özgürlüğünü yaşamayı yansıtmakta ve esasen "bir şeyleri kaçırma mutluluğu" olarak da ifade edilmektedir, Bağımlılığın olumsuz etkilerinin farkına varan tüketicilerin anlayışını yansıtan JOMO, internet teknolojilerini kullanmadan geçirilen zamanı "keyif" olarak değerlendirmektedir.
Osmanlı deniz gücünün zayıflamasının birkaç nedeni vardır. İnebahtı Savaşı sırasında Osmanlı donanması hala, düşmanın güçlü borda atışları yapan büyük yelkenli gemilerine karşı etkisiz kadırgalardan oluşuyordu. Özellikle, 1 6. yüzyılın sonlarına doğru Hollandalılar ve İngilizlerin gelmeleriyle Akdeniz'e bu tür gemiler hükmedecekti. l 607'de Sir Thomas Sherley, bir İngiliz savaş gemisinin on Türk kadırgasını yenebileceğine dikkat çekmiştir. Osmanlı donanması yeni gemileri ancak çok geç ve büyük güçlüklerle edinebildi. Başka bir önemli etmen de, Hıristiyan Akdeniz devletlerinin birleşik donanmalarının karşısına çıkacak kadar güçlü bir Osmanlı donanmasının donatım ve bakımının güçlüğü idi. Ayrıca, donanmaya mali destek sağlamak için salınan olağanüstü vergiler ülkede geniş çapta hoşnutsuzluk ve huzursuzluk yaratmış, İnebahtı'dan sonra eyalet askeri güçleri deniz savaşlarına katılmaktan kaçınmak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı. İmparatorluğun, maddi olanaklarını yitirmiş olduğu bir gerçekti.
Nazım, Temmuz 1930'da Resimli Ay dergisinde "Süleyman" müstear ismiyle çıkan "Muazzam Şair Mayakovski Neden İntihar Etti?" başlıklı yazısında, Mayakovski'nın öncülük ettiği solcu fütürizm anlayışının bazı özelliklerine dikkat çeker (YI :39). Bu sanat anlayışı öncelikle, "içtimai bir gayenin tahakkuku için şuurla çalışmayı" ön görür. Yenilikçidir, biçim ve İçerik açısından yenilikler getirir. Gerçekçidir, toplumsal gerçekliği hareket ve varış noktası olarak görür. İdeolojik bilincin oluşmasına hizmet eder, halkın aydınlanmasına yönelik mesajlar taşır ve propagandayı önemser. Ruhiyatçılığa ve mİstisizme karşı çıkar. İyimserdir, gelecekteki güzel günlere inanır. Sayılan bütün bu özellikler Nazım' ın şiir ve sanat anlayışının da özünü oluşturur. O, öncelikle şiirleriyle halka ulaşmak İster. Buna göre, şiir bir işe yarama, bir fayda sağlamalıdır. Bu faydanın ortaya çıkabileceği alan, toplumsal alandır. Bu fayda en çok halkın bilinçlenmesinde ve bu bilinçlenme eylemindeki kılavuzlayıcı rol de ortaya çıkar. Şiir, halk denilen o büyük kitleyi hare kete geçirebilmeli ve ona öncülük edebilmelidir.
...çağımız kişisel tatminsizliğe ve elbette tutarlılığa düşmandır; her şeyden çabucak sıkılmak üzere düzenlenmiştir, dikkat kıpır kıpır ve değişkendir, uçan bir sinek bile dikkati dağıtır, sürekli soruşturmaya ve sebata, bir şeyin üzerinde gerçekten durup öğrenmeye tahammül yoktur.
Gökkuşağı niçin yuvarlaktır?
Su damlası ve yakıcı güneş. İşte gökkuşağı bunlardan oluşur. Atalarımız gökkuşağından çok korkarlardı. Onu Tanrıların elçilerinin geçmesi için yapılmış bir köprü olarak görüyorlardı. Yağmur ve güneş ile ilişkisi ilk olarak milattan önce 310 yıllarında Aristoteles tarafından ileri sürüldü. Günümüzde ise bir sır
İnsanın yaratılışındaki hikmet yönlerinden en küçüğüne dikkat etmek bile zihne birçok fikrin gelmesine ya da birçok şeyin söylenmesine neden olacaktır.