Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Türkiye ve Avrupa
Türkiye, Batı tarafından Sovyetler Birliği'nin Akdeniz Ortadoğu ve Basra körfezine doğru genişlemesini engelleyen bir doğu sınırı olarak görülmektedir.
Platon
Gerçek anlamda ahlaklı bir insan için tek bir gaye vardır: Bedenden uzaklaşmak, salt manevi olana yakınlaşmak. Beden, ruhun mezarıdır. Dünyevi varoluşunda ruh hiçbir zaman gayesine ulaşmaz, hakiki marifet ölümden sonra gelir. Bu nedenle ahlâklı insan ölümden korkmaz.
Sayfa 196
Reklam
Ahlâk, yasaktan doğmuştur ve bugüne kadar da yasak olarak kalmıştır. Yasak, doğası ve menşei itibariyle dinî bir mefhumdur. "Tanrı'nın On Emri"nden 8 tanesi yasaklardır. Ahlakı olan, insan doğasının hayvani güdüleri karşısında kısıtlama ve yasak prensibini izler. Hristiyan ahlâkı bu konudaki tek değil, fakat en meşhur ve en bariz örnek olarak verilebilir. Eski dinlerin tarihi, bugün bize anlamsız gelebilecek çeşitli anlamsız olabilecek bir yasak yoktur. Elbette yasağın rasyonel bir manası da olabilir fakat yararlılık hiçbir zaman birinci anlamı olmamıştır. Demek oluyor ki ahlâk, tarihçilerin can atarak tanımladığı gibi "doğa ile uyumlu yaşamak" değildir. Eğer, "doğa" kelimesini gerçek manasıyla alırsak, ahlâkın doğaya karşı yaşamak olduğunu iddia etmek gerçeğe daha yakın olacaktır. İnsan gibi ahlâk da irrasyoneldir, doğa dışı ve doğaüstüdür. Doğal insan ve doğal ahlâk mevcut değildir, Doğanın sınırları içerisinde insan değil, olsa olsa akılla donatılmış hayvandır. Doğanın sınırları içindeki ahlâk da ahlâk değil, bir çeşit bencillik, bir çeşit akli ve aydınlanmış bencilliktir." Darwinist düşüncenin öne sürdüğü "hayatta kalma mücadelesi"nde (ahlâki anlamda) en iyiler değil, en güçlü ve çevreye en iyi uyum sağlamış olanlar kazanır. Biyolojik gelişim ne insan haysiyetine ne de ahlâka doğru bir seyirdir (eğer insan haysiyeti ahlâkın kaynaklarından biri ise). Darwin'in insanı biyolojik tekâmülün en üst seviyesine ulaşabilir (üst insan olabilir), fakat insani niteliklerden, hatta insan haysiyetinden mahrum kalır. Çünkü bunu ona ancak Tanrı bahşedebilir.
Sayfa 194
Ateizm en nihayetinde ahlâkın reddiyle sonuçlanır, her hakiki ahlâki diriliş ise dinî yenilenme ile başlar. Ahlâk, istek ve davranış kurallarına dönüştürülmüş dindir. Başka bir ifadeyle, insanın iradeli davranışı veya Tanrı'nın varlığı gerçeğine uygun olarak diğer insanlara karşı davranışıdır. Katlandığım tüm zorluk ve risklere rağmen vazifemi yapma zorunluluğum (çıkara dayalı davranışın aksine ahlâklılık denen şey budur) -böyle bir talep- yalnızca bu dünyanın ve bu hayatın tek dünya ve tek hayat olmadığı argümanıyla açıklanabilir. Ahlâk ve dinin ortak kaynağını teşkil eden nokta budur.
Sayfa 193
Ahlâk, mütemadiyen ve yalnızca dine istinat edebilir. Fakat ahlâk ve din aynı şey değildir. Bir prensip olarak ahlâk, din olmadan mevcut değildir. Bir uygulama, münferit bir davranış olarak ahlâk, doğrudan doğruya dine bağlı değildir. Onları birbirine bağlayan şey, ortak iddialarıdır: daha üstün başka bir dünya. "Başka" olması itibariyle bu dinî bir dünyadır, "daha üstün" olması itibariyle ise ahlâki bir dünyadır.
Sayfa 193
Oysa Batı dünyası, "tasarruf etmek" eğilimiyle birlikte "yaşamak" fikrinin de üzerine kurulmuştu. Yaşamamayı bir halt sanan biz mistik Doğulular Batı'nın asıl bu özelliğine öykünsek daha manidar olurdu. Bizi biz yapan bu "yaşamamak" fikri nedeniyle hiçbir şeyin peşinden gitmiyorduk, kahır çeki­yorduk, ekşiyorduk, Eşrefleşiyorduk. Eşref Bey aslında bü­tün hayatını yaşamamak üzerine kurmuş tipik bir Doğuluy­du. Reşit Bey bu tuhaf kahramanıyla bir Doğulu karikatürü çizmek istemişti. Belki biraz fazla karikatürize etmişti, ama özünde meselesi Doğu-Batı'ydı. Eşref Bey kavramlarla dü­şünmek yerine, ayıp, suç, günah gibi dini-ahlaki bir termi­nolojinin esareti altında düşünüyordu. Oysa Batı'nın kav­ramları vardı, çünkü yaşayanların kavramları olurdu, yaşa­mayanların yasakları, suçları, günahları... Kavramlar bir ba­kıma özgürlüktü. "Düşünsene Salih!" diyordu Reşit Bey, "Ne çok kadın ve erkek yaşadığıyla yetiniyor. Karı koca ol­makla yetiniyor. Oysa kafalarında bir aşk kavramı olsaydı, yaşadıklarıyla yetinmez, kurulu düzenlerini yerle bir etmek pahasına aşkın peşinden giderlerdi. Kavramlar hayatı en üst imkanlarına genişletmenin araçlarıdır."
Sayfa 138Kitabı okudu
Reklam
Doğu ve Batı, birisinin korkaklığımızla eğlenmek için gözümüzün önünde tebeşirle çizdiği çizgilerdir.
Çekirdek devlet
Batı genellikle birkaç çekirdek devlete sahip olmuştur ve şimdiki iki çekirdeği vardır; ABD ve Avrupa'da Franco Alman çekirdek devleti ile bunlar arasında kalmış ek bir güç merkezi olarak Britanya. İslam, Latin Amerika ve Afrika'nın çekirdek Devletleri yoktur. Bu kısmen Afrika'yı Orta Doğu'yu ve önceki yüzyılları daha belirsiz bir şekilde Latin Amerika'yı aralarında bölüşen batılı güçlerin emperyalizminden kaynaklanır.
Eski dünyanın merkezi konumundaki, “Şehirlerin kraliçesi,” “Yeni Kudüs,” ve “Yeni Roma” diye anılan Doğu Roma İmparatorluğu’nun Türklerin eline geçmesini bir türlü hazmedemeyen Avrupa kolektif şuuru Atina’dan itibaren kendisine Batı, İstanbul ve ötesini “Doğu” olarak konumlandırmış ve oryantalizmin ilk temelleri atılmıştır.
Akıl ve bilim, her şeyi eşit gösteren kutba yönelerek var olan her şeyde bir ve aynı olanı tespit eder.
Sayfa 157
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.