Dünya çapında saygın biliminsanları Türkiye'ye akarken, gelecek vaat eden 150'si kız 750 genç seçti, yurtdışına eğitime gönderdi.
Almanya, Fransa, Belçika, İsviçre, İngiltere, Avusturya, İtalya, Çekoslovakya, Macaristan ve Isveç'e gittiler. ABD'ye, Çin'e, Japonya'ya gittiler.
Cenevre, Lozan, Sorbonne, Lyon,
Bir ferdi olduğum insanlık ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yer altı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildi menzille sınırlıydı ne kadar aciz , bilgisiz ve çaresizdi .
Genç çoban, yan yana ve kıvrıla kıvrıla uzanan bu olukların zamanla ne kadar çoğalabileceğini düşünüyor, içerisi un gibi bir toprakla dolu olan ve rüzgar esince bir anda yükselerek ufku tozdan bir bulut şeridi halinde birbirine bağlayan bu çukurların bir gün ovayı baştan başa kaplayıverdiğini görüyordu.
KÜRK MANTOLU MADONNA YAZILIŞI VE YAYIMLANIŞI
Kürk Mantolu Madonna önce Hakikat gazetesinde 18 Aralık 1940/8 Şubat 1941 tarihleri arasında 48 sayı tefrika edilmiştir. Sonra 1943'te kitap halinde birinci basımı,1966' da ikinci, 1976'da üçüncü ve 1992'ye değin yedinci basımı yapılmıştır. Gazetede "büyük hikâye",
Hacer toprakla oynayan parmağını eteğine silerek,önce bana,sonra ileriye,boşluğa baktı. Ben gözlerimi onun yandan görünen yüzüne dikmiştim. Bakışının hâlâ tesiri altındaydım. İnsan ruhlarının ince ve derin kıvrıntılarını bütün karmakarışıklığı ile anlayan ve şaşılacak bir kolaylıkla anlatan bu genç yörük kızı sanki birdenbire büyüyüvermişti. Gözlerini çevirmiş,aşağıya,yeni yeşeren ağaçları ,taze ekinleri,koyu yapraklı zeytinleri,yer yer görünüp tekrar kaybolan dereleri ile pırıl pırıl yanan ovaya bakıyordu.
Hacer toprakla oynayan parmağını eteğine silerek, önce bana, sonra ileriye, boşluğa baktı. Ben gözlerimi onun yandan görünen yüzüne dikmiştim. Bakışının hala tesiri altındaydım.
İnsan ruhlarının ince ve derin kıvrıntılarını bütün karmakarışıklığı ile anlayan ve şaşılacak bir kolaylıkla anlatan bu genç yörük kızı sanki birdenbire büyüyüvermişti.
Gözlerini çevirmiş, aşağıya, yeni yeşeren ağaçları, taze ekinleri, koyu yapraklı zeytinleri, yer yer görünüp tekrar kaybolan dereleri ile pırıl pırıl yanan ovaya bakıyordu.
Tellere vuran sağ eli, küçük fakat kendinden emin hareketler yapıyor, bu el sazın gövdesine her yaklaştıkça, insan, sanki o tahta ile bu et arasında gizli fakat çok manalı ve mühim bir konuşma oluyormuş zannediyordu.
Biz, genel olarak, her şeyin tepeden inmesini bekleriz. Onun için de gözlerimiz halktan çok baştakilere dikilidir. Onları övmek, yermek, eleştirmek, değiştirmekle halka hizmet ettiğimizi sanırız.
Kendimiz elimizi çamura sokmaz, baştakilerin eli, ister istemez, çamura değer değmez kıyameti koparırız. Oysa başımızdakiler birer Tanrı da olsalar üstlerine çamur sıçratmadan, hatta bazen bataklara saplanmadan halka, hele bizimki kadar toprakla sarmaş dolaş bir halka hizmet edemezler. Gerçek demokrasi yukarıdan değil, aşağıdan, çamurlu gerçeklerin içinden gelecek. Hiçbir kadro demokrasiyi şıp diye sokağa indiremez. Evimizin önünü bile baştakilerin temizlemesini beklemek hiçbir demokrasi anlayışına girmez. Özlenecek şey halkı herhangi bir kadronun yönetmesi değil, halkın kendi kendini yönetmesidir. En iyi kadronun yapabileceği en iyi iş de halkın kendi işini kendi görmesine yardım etmektir olsa olsa.
Halbuki şimdi dinlediği şey büsbütün başka idi. Burada sesin hiç rolü yoktu.Burada muhim olan ifade edilen şeylerdi ve bunlar insanı yerlere kapanıp yüzünü toprakla gömerek düşünmeye sürükleyecek kadar büyük,umumi ve bilhassa “insanca” idi.