Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Derd-i aşkından rehâyab olmasın Sevmeden gönlüm seni kurtulmasın.
Sayfa 47
Küçük salonun fes renginde kalın, ağır perdeli geniş penceresinden dışarısı muhteşem, parlak bir suluboya levhası gibi görünüyordu. Saf mavi bir sema.. Çiçekli ağaçlar... Uyurcasına sessiz duran deniz... Karşı sahilde mor, fark olunmaz sisler altında dağlar, korular, beyaz yalılar... Bütün bunların üzerinde bir efsanevi rüyanın havai hakikati gibi uçan martı sürüleri!
Reklam
Anadolu'nun Türkleşmesi hareketi dokuz asırdan beri başlamış bulunuyor. Ancak bu asırlar içinde, soyları ile dilleri ve dinleri bize yabancı birçok unsurlar milletimize karıştı. Geçen asrın sonlariyle asrımızın başında soy ve dil karışıklığının milliyet metkuresini zayıflatacağını hissedenlerin hareketleri görüldü. Soyda ve dilde Türkçülük cereyanları başladı. Milliyetçiliğimizin evriminde üçüncü merhaleyi teşkil eden bu cereyan, her iki şekliyle o zaman Turancılık davasına bağlanıyordu. Dini milliyetten ayıran Turancılar, o devrin gerçek milliyetçileri sayıldılar. Fethi Ali Ahundofdan sonra Şıpka kahramanı Süleyman Paşa, Ali Suavi, Ahmet Vefık Paşa, Şemsettin Sami, Ömer Seyfettin Genç Kalemler'de dilde Türkçülük davası yolunda çalıştılar. Bunlardan sonra Ziya Gökalp'ı görüyoruz. Gökalp, başlangıçta soycu Türkçü idi. Turancılık davasını tam manasiyle coğrafyaya bağlamıştı. Sonradan kültür Türkçülüğünü müdafaa etti. Yani milletin maddi unsurlarını bırakarak ruhi unsurları ön plana aldı. Türkü tarif ederken "dili dilime, dini dinime uyandır" diyordu. Dil davasında Arap ile Fars gramerinin kaidelerinden sıyrılmış, fakat halk tarafından anlaşılan Türkçeyi benimsiyordu. Din olarak başlangıçta Şaman dinini istemişti. Sonraları, Arabın İslamlığından ayrılmış, Türk dil ve geleneklerine uydurulmuş İslam dinini kabul etti. Hayatının sonlarında ise laikliği ileri sürdü.
— [...] İlimce, fence, edepçe, malumatça, tahsilce senden pek aşağı olanların yüksek mevkiler ihraz ettiğini söylüyorsun. Fakat bu pek tabiîdir. Çünkü sende olmayan bir şey onlarda vardır: Liyakat... Liyakat karşısında senin ne ilmin, ne fennin, ne edebin, ne malumatın para eder, ne de tahsilin, iktidarın... Eminim ki şimdi şurasını okurken başını sallıyor, içinden: — Vay, bende liyakat yok mu? diyorsun. İstersen bana darıl, Efruz. Seni şüphede bırakmamak için serbestçe söyleyeceğim: — Sende liyakat yoktur! "Ne malum?" mu diyeceksin? Dur sana ispat edeyim. Bizim Rüştiye'de iken bir mantık hocamız vardı. Derdi ki: — İlim, tarif demektir, evlâtlarım, size bir şey söyleyenin "o söylediği şeyi" hakikaten bilip bilmediğini anlamak istiyor musunuz? Kullandığı tâbirleri tarif, tahdit ettiriniz. O saatta ilmini, yahut cehlini anlayacaksınız. Ben çocukken öğrendiğim bu eski usulü Istanbul'da sana çok tatbik ettim, Sen her lafın arasında nakarat gibi kullandığın "medeniyet, fert, cemiyet, tarih, tahaddüs, terkip, tahlil.. ilâh.." gibi tabirlerin birisini bana -velev yanlış olsun- tarif edemedin. Hatta hiç unutmam, bir kere: — Şiirin ne olduğu asla tarif olunamaz, dedin. Hatırlıyor musun? Fakat "liyakat" böyle ilmî(!) bir tabir değildir. Bu âdeta altın gibi bir şeydir. Kimde varsa ne olduğunu güneş gibi bilir, tarif eder.
Sayfa 190 - İnkılap YayıneviKitabı okuyor
+ " Adı ne?" _ " Dezanşante ( Desenchanté) + " Ne demek?" _ " Sevinçten, saadetten mahrum kadınlar demek." +" Onlar kimmiş?" _ Biz... Türk kadınları..."
Sayfa 61 - Turkuvaz Çocuk/ 2. Baskı/ " Bahar ve Kelebekler" hikâyesinden
" İnsan ne tuhaftır! Fikrine, ümidine, arzusuna muhalif bir şeye rast gelince hemen bozulur."
Sayfa 26 - Turkuvaz Çocuk/ 2. Baskı/ "Kaç Yerinden?" hikâyesinden
Reklam
Sendeleyerek kalktı. Hakime dik bir sesle, - Kolumu bırakın, kafamı kesin? diye rica etti. Bu ömründe onun ilk ricasıydı. Fakat ihtiyar hakim çok adildi: - Hayır oğlum, dedi. Sen adam öldürmedin. Eğer çobanı öldürseydin o vakit kafan giderdi. Ceza kabahate göredir. Sen yalnız hırsızlık ettin. Kolun kopacak. Hak böyle istiyor. Şeriatın kestiği yer acımaz...
Sayfa 14 - İz YayıncılıkKitabı okuyor
180 syf.
8/10 puan verdi
·
1 saatte okudu
Omer Seyfettin'in 'Bahar ve Kelebekler' kitabı, etkileyici ve güzel hikayeleriyle benzersiz bir okuma deneyimi sunuyor. Her bir hikaye, içinde barındırdığı öğretici mesajların yanı sıra, dönemin özelliklerini başarıyla aktarıyor. Seyfettin'in dönemin atmosferini ustalıkla yansıttığı bu eser, okuyucuyu adeta o zaman dilimine taşıyarak yaşatıyor.
Bahar ve Kelebekler
Bahar ve KelebeklerÖmer Seyfettin · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20201,289 okunma
Ben alafranga denilen hayattaki bu maymunlukların esasını, manasını, neticesini arıyorum. Bir şey bulamıyorum. Anlıyorum ki hepsi bir 'beğeniş, beğendiriş sporu'! Netice yok… Herkes olanca dikkatini birbirine çevirmiş. Kusurla meziyet arıyor. Kusurlar, sahipleri yokken münakaşa ediliyor; dedikodular yapılıyor. Meziyetler, sahiplerinin yüzlerine karşı tekrarlanıp vuruluyor.
Reklam
İhtiyarlıktan, yani zaaftan nefret ederdi. İnsanlar ihtiyarladıkça, ölüme yaklaştıkça pek tabii bir değişim olayından başka bir şey olmayan ölümü sevmezler, vukuuyla mutlaka diğer bir hayatı başlatan ölümden çekinirlerdi.
"Müstakim ol, Hazreti Allah utandırmaz seni!”
"Faziletli olmak insanın elinde değildir. Fakat kim isterse namuslu olabilir. Bu, ihtiyari bir şeydir!"
Sayfa 148Kitabı okudu
İnsanın kendi kişiliğinden nefret etmesi kadar dünyada sıkıntı verici bir şey yoktur sanıyorum! Yıllarca rollerine, yalanlarına aldandığımız bir arkadaştan -âdiliğini, alçaklığını sezince- hemen ayrılırız. Aşkta da böyle... Mabut gibi taptığımız vücudun bir lekesini keşfedince birdenbire soğur, hatta ona düşman kesiliriz. Fakat kendimize... Ne yapabiliriz? Hiç!
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.