Dakikalar geçikten sonra, "Bileklerim acıyor," diye acının yoğun olduğu bir sesle mırıldandım. Gözlerimi sulandırmayı başardığımda hayatımdaki en kötü şeyleri aklıma getirmiştim. “Canımı acıtıyorsun! Gerçekten canım çok yanıyor. İp çok ince ve bileklerim kesildi!" Gözyaşlarım sicim sicim akıp, yanağımdan yol almıştı. İnci gibi dökülen damlalar yanaklarımı ıslatırken ona gerçekten acı çekiyormuş gibi baktım.
Bronz'un bu sefer dikkatini çekmiş olmalıyım ki oturduğu yerde dikleşti. "Bakayım sana," dedi. Bana doğru yaklaşmış, parmakları çenemi kavramıştı. Gözlerimin içine uzun uzun baktı. Boşta kalan elini gömleğinin cebine yerleştirip siyah bir mendil çıkarttı ve gözlerimin altını sildi. Ona irileşen gözlerle bakarken, tenime yavaşça sürttüğü mendille ıslak olan her yeri silmişti. Geriye yaslandığında ellerini koltuğa yerleştirdi. "Yolculuk boyunca ağlasan da zırlasan da seni hiçbir şekilde çözmeyeceğim Hisar, inanmıyorum sana. Gözyaşlarını boş yere akıtma, yanakların ıslatınca kurulamak zorunda kalıyorum ve
bunu istemiyorum."
"Nesin sen böyle? Niye bana iyi davranıyorsun?" diye sorduğumda kalbimdeki sızının varlığı arttı. "Nasıl akan göz yaşımı silecek kadar ince düşünceli biri olabilirsin?"
"Sana demiştim Hisar, benim hiç acelem yok. Yavaş yavaş birbirimizi tanıyacağız."
Sayfa 157 - Hisar ve Bronz