Düşün ki, zanaate giren bir çocuk bir usta yanında ve onun daima gözü altında çalışır. Öğrenmiş ve yetişmiş bir adamın nasıl çalışıp iş gördüğünü, el maharetiyle kol kuvvetinin zekâ ve İrade emrinde nasıl birleşip iş başardığını gözleri ile görür, iş çıkarmanın ve verimli çalışıp muvaffak olmanın zevkini tadar. Ustasından çalışmanın usulünü, güçlüklerini yenmenin kolaylığını öğrenir. Hatta genç yaşının icabı olarak, geçirdiği ruhî buhran anlarında ustayı daima yanı başında, manevi bir kuvvet ve destek olarak bulur.
Fikrî çalışma çırakları ise bu faydalardan ve böyle bir manevi destekten mahrumdur. Bunlar, zanaatta usta yerini tutması lâzım gelen, hocaları ile omuz omuza beraber çalışmazlar. Hocanın nasıl çatıştığını görmezler bile. Hoca ile yalnız yoklamalarda ve nihayet, imtihan masasında başbaşa kalırlar. Ve o zaman ise, hocaları sorduğu şeylere cevap alamayınca, onlara sadece 《çalışmamışsın》 yahut 《öğrenmemissin》 der ve geçer. Fakat nasıl çalışmak lâzım geldiğini ve öğrenmenin usulünün ne olduğunu bu tecrübesiz çıraklar kendileri düşünüp keşfetmeye ve muhtaç oldukları manevi desteği kendilerinde arayıp bulmaya mecburdurlar. Bulamazlarsa yanar giderler. Bu yüzden heder olan gençlerin sayısını Allah bilir. Gençlerimizin bir çoğunun usanıp bezmesinin, cesaretinin kırılıp ruhî perişanlığa düşmesinin sebeplerinden biri ve belki başlıcası budur. Yani bir taraftan çalışıp öğrenmenin yolunu ve usulünü bilmemezlik diğer taraftan da manevi destekten mahrumluktur. Eminim ki, bu boşluğu ve mahrumluğu bugün her genç duyuyor ve acısını çekiyor. Bunu bizler de duyduk ve çektik.