Osmanlı Mutasavvıfları iki Anneden Süt Emmişlerdir
Her iki ârifi anlamada Osmanlı tasavvuf geleneği bence mükemmel bir senteze ulaşmıştır. Osmanlı mutasavvıfları âdeta iki anneden süt emmiştir. Gâh İbnü'l-Arabî'nin görüşlerini Mevlânâ'nın şiirleriyle okumuşlar gâh Mevlânâ'nın ilâhî cezbesini İbnü'l-Arabî'den okumuşlardır. Böylece iki devi bir araya getirip ondan çok güzel mahsulât almıştır Osmanlı irfân çiftçileri: Ankaravî, Şeyh Galip, Esad Dede, Ahmet Avni Konuk hep bu çizgide olmuşlardır. Mesnevî'yi yorumlamak, Mevlânâ'nın metafor ve mecâzlarının anahtarlarını elde edebilmek ancak İbnü'l-Arabî'nin düşünceleri sayesinde mümkün olmuştur. "Efendim, İbnü'l-Arabî iyi hoş güzel de, bizim yolumuz İbnü'l-Arabî yolu değil.” demek ve iki ârifi ayırmaya çalışmak yeni bir bidattir, bir tür gelenekten koparma ve başkalaştırma gayretidir. Gölpınarlı gibi bazı edebiyat târihçileri her ne kadar bu yaklaşımda olmuşlarsa da ne Mevlevî geleneğinde, ne Hamzavî geleneğinde bu böyle olmuştur. Âhir ömründe keşfettiği ceddinin mezhebi olan Şiâ'nın irfânî kanadından ziyade Hüccetîler denilen ham-softa kanalının yaklaşımlarıdır bunlar. Onun tesiriyle günümüzde böyle bir ayrıma temayül eden bir yaklaşım var ki bu, tasavvuf doktrinini çok iyi bilmeyen birtakım edebiyat târihçilerinin ukalâca gayretlerinden başka bir şey değildir. Tasavvufî zevke ve duyuşa sâhip olanlar bunlara hiçbir zaman iltifat etmemişlerdir.