Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Sait çelik

Sait çelik
@avukatsaitcelik
Sevmekle başlar her şey...
avukat
istanbul hukuk
istanbul
kelkit gümüşhane
91 okur puanı
Nisan 2014 tarihinde katıldı
KİNBOTE: Aziz Augustine'in dediği gibi, "İnsan Tanrı'nın ne olmadığını bilebilir; O'nun ne olduğunu bilemez." Ben O'nun ne olmadığını bildiğim kanısındayım: Yeis değildir. Dehşet değildir. İnsanın hırıldayan gırtlağındaki toprak, kulaklarının içinde hiçlikten hiçliğe geçip kaybolan kara uğultu değildir. Ayrıca dünyanın bir rastlantı sonucu ortaya çıkamayacağını, Zihin'in evrenin yapılışında ana etmenlerden biri olarak yer aldığını biliyorum. Evrensel Zihin, İlk Neden, Mutlak olan ya da Doğa için bir ad bulmaya çalışırken, Tanrı adının öncelik sahibi olduğunu beyan ediyorum.
Sayfa 212 - iletişimKitabı okudu
Reklam
Şimdi bahsedeceğim kötülükten Hiç kimsenin bahsetmediği gibi. hiç hazzetmem Cazdan; siyah bir boğaya eziyet eden Beyaz çoraplı, kırmızılı gerzekten; soyutçu öteberiden; Primitif folklorik maskelerden; ilerlemeci kuramlardan; Hödüklerden, sıkıcılardan, sınıf bilinçli dar kafalardan, Freud'dan, Marx'tan, sahte düşünürlerden, şişirilmiş şairlerden, hilebazlardan, gözü doymayanlardan.
Sayfa 69 - iletişimKitabı okudu
Buzul çağında çok sayıda hayvan soğuk yüzünden ölüp gitmiş. Kirpiler ise sürüler hâlinde toplanmaya karar vermişler, böylece hem ısınıyor hem de başkalarından korunuyorlarmış. Ama sırtlarındaki dikenler ısınmalarını sağlayan yanlarındaki dostlarına batıyormuş. İşte bu yüzden birbirlerinden uzaklaşmaya karar vermişler. Ancak donarak ölmeye başlamışlar. Hemen bir seçim yapmaları gerekiyormuş; ya yeryüzünden silinip gideceklermiş, ya da dostlarının dikenlerine katlanacaklarmış. Doğru kararı vererek yeniden biraraya gelmişler. Başkasının ısısından vazgeçemeyecekleri için yakınlaşmanın açabileceği küçük yaralarla birlikte yaşamayı öğrenmişler...
Sayfa 107 - canKitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Onun sevgisi ibadet gibi sessiz ve gösterişsiz bir sevgiydi.
Sayfa 218Kitabı okudu
İnsan mağlubiyeti düşünüyorsa zaten yarı yarıya yenilmiş demektir.
Reklam
''Belki de susmak, gerçeği anlatmanın tek yoluydu.''
Sayfa 268 - iletişimKitabı okudu
Gözün görevinin görmek değil, hakikati görmek olduğunu söyleyen alim aklına geldi. Hakikati gören gözün başka hiçbir şey görmesine gerek yoktu.
Sayfa 268 - iletişimKitabı okudu
Bir söz, güzeldir diye doğru kabul edilemez. Güzel söz başka, doğru söz başka! Ben doğruyu söylemeyi tercih ederim.
Sayfa 209 - iletişimKitabı okudu
Ne var ki, her şeyi bilmek için, belki hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı. Çünkü onlara göre, ancak hiçbir şey bilmeyen bir masum, gördüğü anda O'nu tanıyabilirdi. Bunun için belki de ölmeden önce ölmek gerekiyordu.
Sayfa 139 - iletişimKitabı okudu
Neyzen İbrahim Dede gülümseyerek, "Kin şeytanın kahkahasıdır," dedi.
Sayfa 132 - iletişimKitabı okudu
Reklam
Kalabalık az sonra Galata Mevlevihanesi'nin avlusunu tıklım tıklım doldurmuştu. Cenaze buradaki bir hazirede, "Suskunlar" diye anılan küçük kabristanda toprağa verilecekti.
Sayfa 129 - iletişimKitabı okudu
"...Belki de insanları sevenlerin görevi, onları gerçeklere güldürmektir; GERÇEĞİ GÜLDÜRMEKTİR; çünkü biricik gerçek, gerçeğe duyulan çılgınca tutkudan kendimizi kurtarmayı öğrenmektir."
Sayfa 672 - canKitabı okudu
"... ilk kez Deccal'in portresini gördüm; habercilerinin öne sürdükleri gibi Yahudiyye kabilesinden gelmiyor o; uzak bir ülkeden geliyor. Deccal dindarlığın kendisinden, aşırı Tanrı ya da gerçek sevgisinden doğabilir; tıpkı bir sapkının bir azizden, bir cin çarpmışın bir yalvaçtan doğması gibi. Peygamberlerden kork Adso; gerçek uğruna ölmeye hazır olanlardan da; çünkü onlar genellikle birçok başka insanı da kendileriyle birlikte ölmeye sürüklerler, bazen kendilerinden önce, bazen de kendilerinin yerine."
Sayfa 672 - canKitabı okudu
"...Bedenin güzelliği deriyle sınırlıdır. İnsanlar derinin altında ne olduğunu görebilselerdi, Boeotia'lı vaşağın başına geldiği gibi, kadınları görünce tir tir titrerlerdi. Bütün bu güzellik, balgam, kan, sıvı ve safradan oluşur. Burun deliklerinin, boğazın, karnın içinde nelerin saklı olduğunu düşünürsen, pislikten başka bir şey bulamazsın. Balgama ya da gübreye parmak uçlarıyla bile dokunmak insanı tiksindirirken, o gübreyle dolu çuvalı kucaklamayı nasıl isteyebiliriz?"
Sayfa 462 - canKitabı okudu
İbn Sina, aşkı, insanın karşı cinsten birinin yüz çizgilerini, el kol devinimlerini ve davranışlarını durup durup düşünmekten doğan sürekli bir hüzün düşüncesi olarak tanımlıyordu... Bir hastalık olarak doğmuyordu, ama doyurulmazsa bir saplantıya dönüşüyordu... Sonunda göz kapakları durmadan seğirir, soluk düzensizleşir, hasta bir güler bir ağlar, nabız hızlanırdı....İbn Sina bir insanın sevdalı olup olmadığını anlamak için daha önce Galen'in önerdiği şaşmaz bir yöntem salık veriyordu: Hastanın bileğini tutun ve karşı cinsten birçok ad sayın; sonunda, hangi adın nabzı hızlandırdığını bulursunuz... İbn Sina, ilaç olarak iki sevgiliyi evlilik bağıyla birleştirmeyi öneriyordu; o zaman hastalık geçiyordu.
Sayfa 452 - canKitabı okudu
Şimdi, kitapların oldukça sık başka kitaplardan söz ettiklerini ya da sanki kendi aralarında konuştuklarını fark ediyordum. Bu düşüncenin ışığında, kitaplık bana daha da tedirgin edici bir yer gibi göründü. Uzun, Yüzyıllar süren bir mırıltı, bir parşömenle bir başka parşömen arasında bir söyleşiydi demek ki kitaplık; canlı bir nesne, bir insan zihninin yönetemeyeceği güçlerin barınağı, bir çok zihinden çıkmış, onları üreten ya da iletenlerin ölümünden sonra da varlığını sürdüren bir gizler hazinesi.
Sayfa 402 - canKitabı okudu
Reklam
"Evet, Remigio, yazık. Hepimiz günahkarız. Kardeşimin gözündeki çöpü görmeye çalışmayacağım, çünkü kendi gözümde bir mertek olmasından korkuyorum.
Sayfa 382 - canKitabı okudu
Gerçekten de , Tanrı, erkeği bu aşağılık dünyada çamurdan yarattı; kadınıysa daha sonra, yeryüzü cennetinde ve daha soylu bir insan maddesinden yarattı. Onu Adem'in ayağından ya da bağırsağından değil, kaburga kemiğinden yarattı.
Sayfa 356 - canKitabı okudu
Şaraba katılan bir damla suyun dağılıp şarabın rengini ve akkor haline getirilmiş demirin özgün biçimini yitirip erimiş ateşe dönüşmesi gibi, güneş ışığıyla doyurulmuş havanın baştan başa görkeme, aydınlığa dönüşmesi; öyle ki artık ışıklandırılmış değil, ışığın kendisi olması gibi, yumuşak bir sıvılaşma içinde ölmüş gibi duyumsuyordum kendimi; ancak ilahinin sözcüklerini mırıldanacak gücüm kalmıştı: "Bak, göğsüm, ağzı kapatılmış taze şarap gibi yeni şişeleri patlatıyor." Ve birden parlak bir ışık, ışığın içinde de parıltılı, yumuşak bir ateşle yalımlanan safran renginde bir biçim gördüm; o görkemli ışık parıltılı ateşin içine yayıldı; parıltılı ateş de o ışıltılı biçimin içine yayıldı. (Okuyucudan, meraklılara SORU: Sizce yazar burada neyi ya da hangi halini betimlemiştir?)
Sayfa 349 - canKitabı okudu
... kimdi o, kimdi o tan gibi yükselen, o ay parçası gibi güzel, güneş gibi parlak, sancaklı bir ordu gibi korkunç?
Sayfa 348 - canKitabı okudu
“Otuz yıl önce yazdığım bu romanı, üçüncü baskıya vermek üzere, gözden geçirirken bir düş görüyor gibi oldum ve bana öyle geldi ki, burada hikâye ettiğim devri bir uyurgezer hali içinde geçip gitmişim. Fakat, bu halim çok sürmüyor; uyanıyorum ve kendimi toparlayarak etrafıma bakıyorum, o devirden bu yana ne kalmış diye. Kitabın birinci bölümünde belirtmeye çalıştığım Milli Mücadele ruhundan hemen hiçbir iz bulamıyorum. Ya son bölümde hayalini kurduğum Türkiye’nin gerçekleşmesine doğru bir gelişme olmuş mudur? Ben, o zamanlar, bir gün gelip öleceğini aklımdan bile geçirmediğim Atatürk’ün öncülüğü ve rehberliğiyle bu ideal Türkiye’ye yirmi yıl içinde varacağımızı umuyordum. Şimdi, o yirmi yıl üstünden bir yirmi yıl daha geçmiş bulunuyor. Fakat, biz sosyal, kültürel ve ekonomik devrin şartları bakımından, hala romanımın ikinci bölümünde verdiğim ve karikatürünü yaptığım Ankara içinde tepinip durmaktayız."
Uyandığımda, neredeyse akşam yemeği çanları çalıyordu. Donuk ve sersem gibi hissediyordum kendimi, çünkü gündüz uykusu bedenin günahı gibidir: Ne denli çok işlenirse, o denli çok istenir.
Sayfa 228 - canKitabı okudu
Reklam
" Kent her zaman yozdur." " Kent bugün sizin, bizim çobanı olduğumuz, Tanrı'nın kullarının yaşadıkları yerdir. Zengin din adamlarının yoksul ve aç insanlara erdem üstüne vaaz verdikleri bir rezillik yeridir."
Sayfa 222 - canKitabı okudu
"Mors est quies viatoris, finis est omnis laboris" "Yolcunun dinlenmesidir ölüm / her işin sonudur."
Sayfa 107 - canKitabı okudu