Eğri çizgiler dalgın İki kaşım üzerinde
İki kaşım üzerinde bir ağrı
Gözlerim yanıyor günlerdir
Gözlerimde bir yangın.
Bir yanım gündelik şeyler
Evdir ekmektir
Yaşadığım kaskatı;
Bir yanım olmadık türküler söyler
Yoldur özlemdir
Benim en güzel düşlerim
İçimde kaldı.
Bir yerlerim eksiliyor günlerdir
Bir yerlerim eriyor
Günlerdir başımda bir esrik bulut
Ben süt mavilerde umarken günü
Aykırı sularda akşam oluyor.
Uzun zamandır ne hissettiğimi, ne düşündüğümü hatta ne istediğimi bile bilmiyorum. Bir eksiklikleri var içimde, sebebi ne bilmiyorum. Yalnız kalmak istiyorum. Düşünmek, çoğunlukla da uyumak istiyorum. Bu kalabalık, bu gürültülü yaşam boğuyor artık beni. Bir akşamüstü sakinliğine, bir akşamüstü yalnızlığına ihtiyacım var..
Yağmur yağıyor Ömür hanım... Gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına... Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?
Hani bazen kafamızın içinde bir olay için veya bir kişi için sadece bizim bildiğimiz şanslar veririz. Sabırla karşılarız her bir hareketi, görmezden geliriz yaşanılan olayları. Zincir gibidir aslında yaşanılan her şey. O zincir ne kadar uzunsa bizim verdiğimiz şanslar ve sabırda o kadar fazladır hani. En son kendi içimizde zincirin son halkasını bekleriz, olmasın isteriz hatta olmasın ki bizler o güzel anlardan, tanıdığımız çoğu şeyden vazgeçmeyelim, güzel kalsın, bizimle olsun, bitip gitmesin dursun bir köşede isteriz ama ne yazık ki olaylar, kişiler bizi o son halkaya doğru götürür.. En son vazgeçeriz kendimize saygımızı yitirmemek için.. Bazen öyle işte...
Kartallar uçar mı bir harâbeden
Köprülerden benim yârim geçer mi
Sen neden bu kadar güzelsin, bilmem
Taşırsın yeryüzüne ebedî tohumları
Ben ise kuruyacak bir suyun mahkûmuyum
Avuçlayıp öpüyorum kumları
Bir karadelikten bakarken hayat
Meydan okuyanlar kim bu serâba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar ceylan koşması
Sen nasıl bu kadar yollar aşması
Sen nasıl bu kadar güneşe meftun
Sen nasıl bu kadar sahra çeşmesi
(...)
İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır
Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı, yüzüm ömrümün atlası, düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası.
Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür Hanım ?
Şükrü Erbaş
Ne olurdu konunun da fotoğrafı olsaydı
Sesin fotoğrafı.
Boşluğun fotoğrafı.
Parmak uçlarındaki karıncanın
Ruhtaki üşümenin...
Ölüm kimseyi bu kadar yalnız bırakmazdı.
görünmez camlara mı çarptım
dalgınlığın aynasında o akşam
bambaşka bir şehre uçacaktım
yıldız yağmurunda sırılsıklam
yalnızlığımda o kadın bekliyordu
yanlış bir hayalin şehrinde kaldım
sevdiği ben değilim anlatamam
o aşk bu değildi tasarladığım
büyük bir tenhalık nasıl korkmam
korkum bir canavar doğurdu
bilmem n'apsam nereye kaçsam
yeşil karanlığında ağır tutsağım
gözlerinden çıkmak başlıca tasam
saçlarının zincirinde elim ayağım
kirpikleri süngü takmış bir ordu
bütün saatler bir anda durdu
Kartallar uçar mı bir harâbeden
Köprülerden benim yarim geçer mi
Sen neden bu kadar güzelsin, bilmem
Taşırsın yeryüzüne ebedi tohumları
Ben ise kuruyacak bir suyun mahkûmuyum
Avuçlayıp öpüyorum kumları
Bir kara delikten bakarken hayat
Meydan okuyanlar kim bu serâba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar ceylan koşması
Sen nasıl bu kadar yollar aşması
Sen nasıl bu kadar güneşe meftun
Sen nasıl bu kadar sahra çeşmesi
...