Atatürk’ün kütüphanecisinin oğlu anlatıyor:
“Babam Nuri Ulusu’nun yaşarken iki isteği vardı; Birincisi ‘Allahım, benim canımı ya 29 Ekim’de ya da 10 Kasım’da al,’ derdi. İkincisi ise, Atatürk’le olan hatıralarının güzel bir kitap halinde yayınlanmasıydı.. Evet, birinci arzusunu inanılmaz bir şekilde, bir mucizeyi gerçekleştirip 29 Ekim’i bekleyerek Atasının ‘En büyük günümüz, en büyük bayramımız’ dediği Cumhuriyet Bayramı günü onun yanına huzurla gitti. Cenazesi bayram için kurulan zafer taklarının altından geçerek adeta bir törenle gömüldü. 2008 Yılı kitabına hız verdiğim yıl oldu ve Atatürk’le babamın tüm fotoğraflarını bulup kitabı tamamlamıştım…” (Mustafa Kemal Ulusu)
Yazarın Mustafa Kemal Paşa ile Tanışması
“Merhum anneciğim babamın çantasını hazırladı ve ‘Nuri Bey, müsaade et de oğlumla beraber seni yolcu etmeye gelelim,’ dedi. Kız Kulesi açıklarında demirleyen Bandırma Vapuru’na babamla beraber bir sandalla çıktık. Biraz sonra babam, ‘Gel bakalım oğlum, Mustafa Kemal’e götüreceğim seni,’ dedi. Hayal mi görüyordum? Mustafa Kemal’e ayrılan kameraya geldik, beraberce içeri girdik. Karşımda masmavi gözleriyle çakmak çakmak bakan büyük komutan, büyük asker Mustafa Kemal oturuyordu. Bize doğru seslenerek, ‘Hacı Bey maaşallah, delikanlı cin gibi, gel bakalım yanıma. Adın ne senin,’ diye sorunca kendime geldim. ‘Nurettin, efendim,’ dedim. Bana ‘Bu ülke hepimizin, ama esas siz gençlerin. Mücadeleden yılmak yok, tamam mı?’ dedi. Bandırma Vapuru, Mustafa Kemal’ini ve babamı alarak gözden kaybolana kadar, ana oğul yaşlı gözlerle bu büyük kahramanları uğurladık…”
Reklam
261 syf.
10/10 puan verdi
·
15 saatte okudu
Ağlanacak Halimize Gülelim Bari
Yazarımız Evrim Alataş; Malatya'nın Akçadağ İlçesi'ne bağlı, Gölpınar Köyü'nde, 15 Nisan 1976 yılında doğdu ve ortaokul eğitimini bitirene kadar doğduğu bu köyde yaşadı. Dolayısıyla çocukluğu; Malatya/Maraş katliamları, 12 Eylül olayları, Kürt-Türk/Alevi-Sünni/Sağcı-Solcu kutuplaşmaları gibi, bir çocuk için hiç sağlıklı olmayan, gayet travmatik
Her Dağın Gölgesi Deniz'e Düşer
Her Dağın Gölgesi Deniz'e DüşerEvrim Alataş · İletişim Yayıncılık · 2014180 okunma
Ne hoş anekdot
Babam ve annem, Anadolu'­ nun ortasına daha yakın olması ve dolayısı ile daha fazla hizmet imkanı sağlayabilir düşüncesi ile Kastamonu'yu tercih edip oraya gidiyorlar. 16/17 Eylül 1919 gecesi, Atatürk'ün Samsun'a ayak basmasından dört aya yakın bir süre sonra babam, Kastamonu Valisi ve Alay Komutanı ile birlikte Atatürk'ün emrine geçiyor. (Bu iltihak olayı Atatürk'ün nut­kunda yer almış bulunmaktadır.) Kastamonu, Milli Mücadeleye katılmak üzere, İstanbul'dan Anka­ra'ya, İnebolu yolu ile gidenlerin -ki bir süre bu iki şehrimiz arasındaki tek yol burası oluyor- ve İstanbul'dan kaçırılan silahların geçtikleri önemli bir merhale halini alıyor. Bir ara İnebolu Kaymakamının değiş­tirilmesi zorunluğu doğunca, babam bu görevi de kısa bir süre geçici olarak üstleniyor. Aynı yolu izleyerek Ankara'ya gitmekte olan casus Mustafa Sagir hakkında ilk kanıtları saptayanın babam olduğunu, Sa­gir'in zorluk çıkarıyor diyerek babamı Ankara'ya şikayet ettiğini, Atatürk'ün babamın ileri sürdüğü kanıtların değerlendirilmesini iste­diğini, bu araştırmanın casusa idam yolunu açtığını, babamın kendisin­den değil, yakın arkadaşı İsmail Habip Sevük'ten dinlemiştim. (Baba­mın Kastamonu bölgesindeki güvenlik işleri ile ilgili durum üzerindeki bazı notları ve bazı yazışmaları, 1930'larda Antalya Milletvekili olan arkadaşı Ferruh Niyazi Bey aracılığı ile Atatürk'e yollamış olduğunu biliyorum. Sanırım bu belgeler incelenmek üzere bir yerde beklemekte­dir ve belki de araştırmacılarını bulmuştur.)
— Ordumuz yok. — Yapılır. — Paramız yok. — Bulunur. — Diyelim ki bulduk. Düşmanlarımız hem kuvvetli, hem çok. — Olsun. Yenilir, diyordu.
Sayfa 61
3 Mayıs
Doğuşumda bir ayrıcalık varsa o da Türk olarak doğmamdır.
Reklam
1.000 öğeden 71 ile 80 arasındakiler gösteriliyor.