"Aşk, bir bedende iki kişi."
“Ey aşk...! bir mucize gerçekleştir şimdi
Şapkandan bir kumru havalansın
Bana öyle büyük ki bu kalp,
Gelsin yüreğime yuvalansın”
Kitabı okurken sımsıcak bir yürek buldum. Yaşam kavgasının molalarında, sıcacık bir poğaça, buğusu üstünde demli bir çay, sevgi ve vefayla beslenmiş hoş bir muhabbet, zifiri
Carlos gibi kitap düşkünleri görmedim hiç,
böyle insanlar tanımadım. Kitap okuyanların farklı kuralları, takıntıları ya da ilkeleri de olabiliyor. Hiç kitabını paylaşmayanlar var, kimseye kitap ödünç vermeyenler. Ya da ikinci el okumayanlar da var benim bildiğim. Kitap biriktirmeden edemeyenler de var, bunu ben de yaşadım, ama bir buçuk sene
Bugün günlerden Ülkü Tamer,
İsmet Özel’le başlayan etkinliğe (#108590209) uygun olması için aynı şairin sözleriyle giriş yapalım incelemeye, “Ben yaşarken oldu her şey.” Ben de bahar teması ve çiçeklerle başlayan bu etkinlik sayesinde usta bir şairin günümüze bıraktığı şiirlerle tanıştım yaşarken. Bu yüzden farklı bir
Dili çok güzel, sade ve akıcı. Altı çizilecek ve alıntı yapılabilecek yığınla satır dolu bir kitap. Şahsen ben okumaktan büyük keyif aldım, yaşamın her alanından izler buldum. Hiç bitmesin istediğim “Bir Delinin Senfonik Dokundurmaları” isimli şiirini aşağıya alıyorum.
-Sevgi,
Kilidi olmayan tek hazinedir.-
-Sevgisiz kalp ışık girmeyen mabet
Aciya seni sarmak, kederlenip aglamak. Ölüme ramak kala adini anmak, dudaklarimin arasindan yavas yavas dökülmen.
Söylesene Zahmin!
Yasarken, nefes almak neden bu kadar zor? Acinin arkasindaki hazza ulastim ben, yola düsmüs bitap yüregim, zamansiz gelen ayriliga yenilmisken, sen hala mi görmezsin!
Misralarin, dizelerin onlari birak
Godot'yu beklerken neler yaptım neler? 6 adet sigara içtim (kötü örnek teşkil ediyor farkındayım) 2 fincan kahve içtim, bir salkim üzüm yedim ve bir akşam yemeği. Beklerken de okudum ayrıca, kısa bir kitap olduğu için çok beklemek zorunda kalmadım tabi. Tiyatro sahnesinde oyuncularla takilmisligim, ne saçma sapan konuşuyorsunuz dediğim zamanlar da oldu. Eger bunları dün yapsaydım unuturdum ve yazamazdim. Unutmak gibi bir nimetin olduğuna ara sıra sevinsem de unutmanın ülkenin genel problemi olduğunu düşününce kızıyorum. Malum, her şeyi unutmakta çok mahiriz.. Sahi Godot kim ki biz onu bekliyoruz? Gelip gelmeyeceği, gelince ne olacağı bile bilinmeyen bir gelecek olacabilir mi acaba?
Anı yaşamak yerine beklemeyi tercih etmek bize ne kazandırıyor, ne kaybettiriyor hiç düşünüyor muyuz? Sorular çok ama cevap tek... O Godot bir gün gelecek (İsmail abi)
Keyfli okumalar..
Uzağa bakmak gözlerini kısıp
beklemek
bir şeylerin gelmesini
bir şeylerin olmasını beklemek
baharı beklemek, kışı, güzü
aybaşlarını beklemek
bir türlü doğmak bilmeyen günü
beklemek
ölümü
beklerken geçiyor hayat
sen de farkındasın, biliyorum
kaç kez ölüp gidiyoruz yaşarken
aynalarda kalıyor cesetlerimiz
Sinan Akyüz Piruze’nin gözüyle aslında bize Doğu ve Batı yaşantısının farklılıklarını gün yüzüne çıkartmak istemiş. Piruze’nin dışındaki bazı yan karakterleri de bizlere mesajlar verebilsin gayesiyle oluşturmuş. Hatta ilginçtir ki yazar eserini kaleme almadan önce Kur’an-ı Kerim’i, İncil’i, Tevrat’ı okumuş. İnsanlara farklı gözle bakmadan önce
“Yukarıdan jetlerin gümbürtüsü ve sesler, her yer ateş, duman ve sis içinde.
Aşağıda çocukların çığlıkları; anne ve babalarının feryatları…
Tarih yine kendini tekrarlıyor; zamanlardan bir zaman gibi .”
Bu ağıttaki hikâye, 16 Mart 1988'de Halepçe şehrinde başladı. Nevruz'a sayılı günler kalmıştı. İnsanlar, baharı beklerken önce korkunç sesler, sonra da kokular yayıldı. Kokular öylesine güzeldi ki insanları cezbediyordu. Daha derinden solumak için pencerelerini açıp, dışarıya çıkıyorlardı. Ne yazık ki hiçbiri farkına varamamıştı; soludukları şeyin ölüm olduğunu. Çünkü solumak için dışarıya atılan her adımda elma kokulu gazlar insanların yüzünü gözünü bir anda yakıyor, oldukları yere yığılıveriyorlardı. İlk gözlemlere göre en az 5000 kişi ölmüş, en az 10.000 kişi yaralanmıştı.
#UNUTMA #UNUTTURMA
#HalepçeKatliamı
#16Mart1988