Ben çocukken annem “akşam tırnak kesmenin günah olduğunu, kapı eşiğine oturmanın iyi bir şey olmadığını, altında cinlerin olduğunu, kor ateşe su dökmenin kötü bir şey olduğu, cinler tarafından çarpılabileceğimizi, izbe (metruk) yerlere işemenin kötü bir şey olduğunu, oralarda cinlerin olduğunu, gene çarpılacağımızı söylerdi…
Misafirliğe gelen
Ben çekilen her fotoğrafta
Resimde görünmeyeyim diye kendimi saklardım
Başka insanların arasına katışıp kaybolurdum
Annem benim bir fotoğrafım olsun ister elinde
Ben annemin gözünde çirkin bir evlat olmaya razı değildim
Annem derdim içimden , aman idare et büyüyüm
Belki bir gün söz yakışıklı bir evlat olunca sana fotoğrafımı
“Ben her zaman doğru olan şeyi yapmaya çalışırım. Annem bana her zaman insanlara karşı nazik olmamı söylerdi, çünkü öyle davranırsan belaya bulaşmazsın ve her zaman da çok dostun olur derdi.”
Bana iyi gelen, bana yaşadığımı hissettiren tek şey onunla olan arkadaşlığımızdı... Peki ya onun annem ve ağabeyi Deha'nın evlilik kararından haberi var mıydı? Eğer bunu biliyor olsaydı bana boşanma haberini verirken bunu da söylerdi. Belli ki bu haberi duyacağı ilk kişi ben olacaktım.
Annem her şeyin sırf benim için olduğunu söylerdi yani başka bir deyişle, buna "sevgi" diyordu. Ama bana göre bu, annemin üzülmemek adına çırpınışlarıydı. Anneme göre sevgi, yaş dolu gözlerle bana bakarak bu durumda böyle şu durumda şöyle yapman gerekir deyip vara yoğa fırça çekmekten başka bir şey değildi. Eğer bu sevgiyse, hiç sevmemek ya da hiç sevilmemek daha iyi değildir midir? Elbette bunu söylemedim. Bunu, annemin davranış öğretilerinden 'çok dürüst konuşursan karşındakini üzersin' düsturunu dilimde tüy bitecek derecede ezberlememe borçluydum.