Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.36.38
Zamanın yankısı
Zamanin yankisi kitabi ile çocukluğuma ışınlandım desem abartmış olmam sanırım. Baş karakterimiz Eserin çocukluğuna gidiyoruz 80'ler 90'lar çocukluğu... o zamanları, o masumluğu nasıl özlemişim anlatamam. Eser'in kitapla tanismasi gibi benim hikayemde sadece tanistirana aşık olmadim o yıllarda çok şükür İnternet olmadigi için en
Dana 26. yaş gününde eşi Kevin ile yeni taşındıkları evlerini yerleştirmeye çalışırken ani bir baş dönmesi ve mide bulantısı ile kendini başka bir zaman diliminde ve başka bir mekanda bulur. Bir nehirde boğulmak üzere olan Rufus’u bu bilmediği tarih ve mekanda ölümden kurtarır. Ani heyecan ve ölüm korkusu Dana’yı yaşadığı zamana geri döndürebiliyor ama Rufus’un her hayati tehlikesinde tekrar kendini 1800’lerde bulmasını engelleyecek hiçbir çözümü yoktur.
Köleliğin normal karşılandığı, insanların işkence gördüğü, mal gibi satıldığı bu ortamda yaşamaya başlayan Dana, bu yolculuğun sebebini çözmeye çalışırken tarihin karanlık yüzüyle karşı karşıya geliyor.
Zaman yolculuğunun ve tarihi kurgunun iç içe geçtiği bir roman.
Herkese selamlar,
Bugün Kemal Sayar'ın Özgürlüğün Baş Dönmesi adlı eseri ile karşınızdayım. Yazar eserinde genellikle psikolojiyi ele almıştır. Bir gün öleceğimiz gerçeği insanda anksiyeteye yol açmaktadır . Kişinin ancak kendi başına yaşayacağı tek şey ölümdür ve bunu hiçbir zaman dile getirmek istemez.Bu yüzden kendimize dair bilincimiz ne denli güçlü olursa anksiyeteyle başa çıkma oranımız o denli yüksek olacaktır.Kimse kemal sayar sevgimizi sorgulamasın.Herkesin okuması gereken bir eserdi diyebilirim.Şimdiden herkese keyifli okumalar diliyorum.
ZAMANIN ESİRİ BİR SAATÇİ: ZACHARİUS USTA
İnsan ruhunu kıskıvrak yakalayan kibrin en yalın halidir Zacharius Usta. Maharetli saatçimizin öz varlığından farklı anlamlar çıkarma gafletini okurken, sanırım her okur kendini de sorgulayacaktır. En iyi yaptığınız işi yaparken kendinizi ne kadar kaptırabilirsiniz ki? Ruhunuzu şeytana satacak kadar ileri gidebilir misiniz?
Jules Verne’in erken
·
Puan vermedi
İnsan, yaradılışı gereği, musibetler karşısında zayıf ve âcizdir. Basit bir kederle bile baş dönmesi yaşar. Küçük bir gam karşısında sersemleşir. Bir mikroba mağlup olan bedeni gibi ruhu da basit bir mesele karşısında sarsıntılar geçirir. Yaşam gidişatındaki ufak bir aksaklıktan ümitsizliğe düşer. Gerçekleşme işareti taşımayan zayıf olasılıklardan telaşa kapıldığı dahi olur. Önemsiz bir mevzuda hayal kırıklığına uğradığında hayat ona tümden acı görünür. Dünya sık sık ona dar gelir, pek çok defa zindan gibi olur.
İnsan, hissiyatını kontrol edebilme konusunda zayıftır. Nefsinin arzularını gemlemede âcizdir. Kalp dinginliğini sağlamada çoğu zaman yetersizdir. Kendi düşüncelerine karşı bile mağluptur. Aklının bir mutluluğa onlarca acı karıştırmasından yakasını bir türlü kurtaramaz. Yaşamın en kırılgan varlığı olan insanın hâletiruhiyesinin hangi hikmetler için böyle mukavemetsiz yaratıldığı, üzerinde tefekkür etmeye değer bir konudur.
İnsanın zayıflığı ve yaşamındaki acılar konusunda en ilginç tahliller çoğunlukla sûfilerin dünyasından gelmiştir. Birçok insan için yıkım sebebi olan hadiselerin sûfiler tarafından gülüp geçilecek nitelikte algılanması, çocuğun dünyasında büyük bir sorun hâlinde yaşanan bir oyuncak kaybının, bir yetişkinin pek de önemsemeyeceği bir durum olmasına benzetilmiştir.
Franz Kafka’nın Ceza Sömürgesi, garip ve ürpertici atmosferiyle, okuyana, “neyse ki bir rüyaymış” demeyi istetecek denli tedirgin ediciliğiyle ve en önemlisi suç ve ceza arasındaki ilişkiye farklı bir bakış açısı getirmesiyle dikkat çekiyor.
Adı verilmeyen bir adada, ıssız ve bunaltıcı bir vadide, acımasız bir zekâyla kurgulanmış bir mekanizmanın, suçlu ya da suçsuz olmasına bakılmaksızın, savunması alınmaksızın mahkûm kılınmış insanları bürokratik bir katılıkla ve doğal kabul edilen bir yaklaşımla “cezalandırdığı” bir törene, suskun bir gezginle birlikte tanık olur okur. Bir yanda duygusal açıdan olaya mesafeli duran ‘tanık’ gezgin, öbür yanda yasama, yürütme ve yargı yetkilerini kendinde toplamış ve bu sorumluluğu kendini kurban etme derecesine vardıran subay. İkisi arasındaki tezat, edilgenlik/etkenlik, kuşku/inanç, akıl/duygu gibi zıt kavramları mercek altına alıyor ve bunları gerçeklikle baş etmenin karşıt olasılıkları olarak okura sunuyor.
Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı sırada kaleme alınan bu uzun öykü, aynı zamanda 20. yüzyılla birlikte patlak veren, insanın insana karşı totaliter bir acımasızlık sergilediği ve bütün Avrupa’yı etkisine alan şiddet yüklü atmosferin, kendisi bilincinde olmasa da, Praglı Kafka’yı da nasıl eline geçirdiğinin izlerini taşıyor.
“Ayrıca mahkûm öyle köpek gibi itaatkâr görünüyordu ki, sanki bayırlarda dolaşsın diye serbest bırakılsa idam başlarken geri dönmesi için ıslık çalmak yeterli olacaktı.”
Bir annenin davranışlarının çocuklarlarını ve hatta onların çocuklarını nasıl olumsuz etkileyebileceğinin hikayesi.
Anneanne Sabiha, kendisi güzel olduğu için (‘Rusuz ya biz’) dünyanın kendi etrafında dönmesi gerektiğini zanneden, dünya kendine uymayınca da bu durumla nasıl baş edeceğini bilemeyip uyuyarak kendi içine kapanan, narsistik kişilik spektrumunda nevrotik bir kadın.
İşte Sezin bu kadının kızı…
Füsun da Sezin’in.
Başlangıçta kimin kim olduğunu anlamakta çok zorlandım. Sonra bir aile ağacı çıkardım.
Sabiha ile Saliha kardeş.
Sezin ile Muhsin Sabiha ile Mürsel’in çocukları.
Semiş ile Filiz Sezin ile Haluk’un çocukları.
Kitap üç bölümden oluşuyor. Her ne kadar ikinci bölümde öğrendiklerimi çok şaşırtıcı bulsam da benim için birinci bölüm özellikle Sabiha’nın iç savaşları oldukça keyifli ve yeterliydi. Füsun’un öyküsü hiç uzatılmasa daha iyi olurdu.
Her kadının mutlaka kendinden bir şeyler bulabileceği bir kitap.
Kitap üzerine;
Anlamların yoğunlaştığı, bir baş dönmesi gibi üzerimize çöken tefekkür yığını;taşıyıcısı kalp ve akıl.
Bin dereden geçip, çöllere varan; oradan yaya bir şekilde devam ederek çabanın,sabrın,buluntunun,mükafatın şehrine atla girdiğimiz bir kitap. Her sayfada durup dinlenerek ilerlediğimiz, koşmanın asla mümkün olmadığı,insanın nefesini kesen cümleler dağı var önümüzde. O dağı aşmak içinse gerçek bir inanış gerekiyor, okkalı bir oluş. Bazı kitapların bizi nerelerde gezdirdiğini ilk başlarda anlayamayız, sonradan fark ederizki hiç bilmediğimiz sulara derin dalışlar yapıp ve uzun süre o suyun altında kalma deneyimini veren yine kitabın kendisidir. Cemil Meriç’in kitaplarını anlatmak haddimize değil başaramayız da. Sağlam bir uyanış istiyorsak uykumuzu ciddi şekilde bölecek hamleler yapmak gerekiyor. Ve bunu yapmak içinde gerçekten dolu kitapların çevresinde dolaşmalıyız. Dolmak istiyorsak kendimizi gür ve temiz akan suyun altına koymalıyız. Taşmamız kaçınılmaz olacaktır.
"İnsan, yaratılışı gereği, musibetler karşısında zayıf ve acizdir. Basit bir kederle bile baş dönmesi yaşar. Küçük bir gam karşısında sersemlesir. Bir mikroba mağlup olan bedeni gibi ruhu da basit bir mesele karşısında hafakanlara boğulur, sarsıntılar geçirir." #alinti
Gün herkes için yirmi dört saat olsa da , kimine yıllar kadar uzun,
Murat Menteş'ten ilk kitabim. Alışılmışın çok dışında. Tam bir kara mizah :)
İnsan hep erken ölmekten korkar ama burada Kurtuluş Savaşının son gazisi ve 100 yaşında olan Ruhi Mücerret baş karakterimizrdir. Kesinlikle insana ölememekte zor dedirtti ;)
Macera ile harmanlanmış, diyaloglar ile beyin yakan, esprileri ile kesinlikle güldüren bir roman olmuş.
Bir öğretmen olarak, durumumuzu özetleyen ve güzel gözlemlerini de aralara serpiştirerek aktarmış olmasıda ayrı bir dikkatimi çekti.
Ayrıca reklamların insanları nasıl ele geçirdiğini bir çip takma mevzusu ile çok iyi vurgulamış. Konuşurken sürekli marka üzerinden sohbetler dönmesi.
Mezar taşına yazılabilecek cümleler ile akıp giden, Ruhi Mücerretin son nefesinde kelime-i şehadet getirecek mi? Getiremeyecek mi? diye merak ettirerek sonlanan, okumaktan zevk aldığım bir kitap oldu...
Her daim kitapla kalın...
·
Puan vermedi
İnsan, yaradılışı gereği, musibetler karşısında zayıf ve âcizdir. Basit bir kederle bile baş dönmesi yaşar. Küçük bir gam karşısında sersemleşir. Bir mikroba mağlup olan bedeni gibi ruhu da basit bir mesele karşısında sarsıntılar geçirir. Yaşam gidişatındaki ufak bir aksaklıktan ümitsizliğe düşer. Gerçekleşme işareti taşımayan zayıf olasılıklardan telaşa kapıldığı dahi olur. Önemsiz bir mevzuda hayal kırıklığına uğradığında hayat ona tümden acı görünür. Dünya sık sık ona dar gelir, pek çok defa zindan gibi olur.
İnsan, hissiyatını kontrol edebilme konusunda zayıftır. Nefsinin arzularını gemlemede âcizdir. Kalp dinginliğini sağlamada çoğu zaman yetersizdir. Kendi düşüncelerine karşı bile mağluptur. Aklının bir mutluluğa onlarca acı karıştırmasından yakasını bir türlü kurtaramaz. Yaşamın en kırılgan varlığı olan insanın hâletiruhiyesinin hangi hikmetler için böyle mukavemetsiz yaratıldığı, üzerinde tefekkür etmeye değer bir konudur.
İnsanın zayıflığı ve yaşamındaki acılar konusunda en ilginç tahliller çoğunlukla sûfilerin dünyasından gelmiştir. Birçok insan için yıkım sebebi olan hadiselerin sûfiler tarafından gülüp geçilecek nitelikte algılanması, çocuğun dünyasında büyük bir sorun hâlinde yaşanan bir oyuncak kaybının, bir yetişkinin pek de önemsemeyeceği bir durum olmasına benzetilmiştir.
Doğu’nun ve Batı’nın kadim tesellilerini aktarmaya devam eden Dervişin Teselli Koleksiyonu, üçüncü kitapta Sufilerin Mutluluk Sanatını merkeze alıyor.
Sırf incelememi yazabileyim diye kitabın sonunu getireyim dedim, bazı yerleri hızlı hızlı geçtim yine de olay gidişatıyla alakalı hiçbir şey kaçırmadım. Serinin son kitabı gözüme inanılmaz uzun geliyordu ama bir şekilde okunur herhalde ya dedim, bu kitapla hiç de düşündüğüm gibi olmayacağını fark ettim. Serinin ortalarında bir kitap biliyorum ama
#TOZLURAFLAR
#SUÇVECEZA
Rodya Romanoviç Raskolnikov yoksul bir gençtir; Petesburg Üniversitesi'ndeki hukuk öğrenimini yarıda bırakır. Aklı Batı'dan gelen siyasi ve felsefi düşüncelerle karmakarışıktır. Nefret edilen, kötü bir tefeciyi öldürecektir. Böylece finansal problemlerini çözerken aynı zamanda dünya kötü, değersiz bir
Sırf sevdiklerin üzülmesin diye tek başına sahiplendiğin acılar vardır.
Sana anlatmadığım, anlatamadığım şeyler de var anne.
Kim bilir, belki de senden öğrendim içimin fırtınalarını yüzümdeki gülümsemeyle ve
dudağımdaki “iyiyim ben” yalanlarıyla kapatmayı. Kim bilir, belki de sen anlıyorsun gözlerimdeki acıyı.
Ama ne senin sormaya dilin
