İnsanlardaki takdir edilme ve beğenilme arzusu, aslında arketipini, insanın mânâ cihetinde barındıran bir arzudur. Bu arzu, kaynağını Yaratıcının rızâsını kazanma isteğinden alır. Beğenilme, takdir edilme ihtiyacını, şöhret yoluyla toplumsal kabulle karşılamaya çalışanlar, insanların hüsn-ü kabulü geçici olduğundan, çoğunlukla hayâl kırıklığına uğrarlar.
Şöhretin kendisine sağladığı toplumsal kabule alışan birinin bunu kaybetmesinin, psikolojisi üzerinde yıkıcı etki yaratacağı mukadderdir. Bu yüzden Mevlânâ, sâlikin toplumun beklentileri yerine, Allah’ın dergâhına yaptığı sığınma ve ilticânın, daha çok kazanımları olduğunu hatırlatır. Yaptıklarıyla kamuoyuna ilticâ ederek şöhreti talep etmek yerine, Allah’a ilticâ etmesini sâlike tavsiye eder.(Mesnevi,c.1,b.1839-40)
Öylesine yavan bir
yanılsama çıkmazındayız ki, kendimizi topluma beğendirme, ilgi çekme,
arzulanma duygusuna kapılıyoruz. Hastalık düzeyinde beğenilme,
taktidir edilme, herkese üstünlük kurma hırsımız var.
ANLAŞILABİLME umudunu tüketen insanlar, dünyayla ilişkilerini beğenilme üzerine kurma eğiliminde oluyorlar, kurtulması güç bir tuzağa düştüklerini fark edemeden.
"Gerçek bir ilişki sizlere öğretilen şeyleri terk ettiğinizde ve kendiniz olduğunuzda başlar.Etkileme ve beğenilme amacıyla yapılan davranışlar bir kenara bırakıldığında tamamen içten duygular ve sevgi dolu bir ilişkinin temelleri atılmış olur "