"Hûlâsa: İlk vazifeniz imanınızı ve çoluk çocuğunuzun imanlarını temin ve muhafaza olmalıdır. Ondan sonra onun icaplarını birer birer yerine getirmeğe gayret ediniz. Müslüman, kulluk edeceğine Allah'ına söz veren insandır, bu sözü verip de ona kulluk etmeyen yalan söylemiş; hilebazlık etmiş olur ki, karşılığında cezayı hakeder. Çocuklarınıza dinlerini mutlaka öğretin! İbadetlerini yerli yerince bilerek tatbik etsinler! Onları İslâm âdab ve terbiyesi üzerine yetiştirin! Bu vazifeleriniz, tâ çocuk dünyaya geldiği andan başlar ve hayatınız müddetince devam eder. İlk yapacağımız iş, ona bir müslüman adı koymaktır. Beş altı yaşlarına girince namaza alıştıın! On yaşına vardığında namaz kılmazsa, onu hafifçe tokatlamak suretiyle cezalandırın, Peygamber (Sallallahu Aleyhi vesellem) Efendimizin mübarek emri budur. Kur'an-ı Kerim okumayı asla ihmal etmeyin. Zira Kur'an-ı Kerim müslümanın her şeyidir
Meryem çocuğunu kucağına alıp kavmine getirdi. ‘Ya Meryem!’ dediler, ‘Sen gerçekten tuhaf bir iş yapmışsın. Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan, annense fahişe bir kadın değildi. Sen ne yaptın böyle!’ Meryem, ‘Ona sorun!’ anlamında bebeğe işaret etti. Onlar, ‘Beşikteki bir bebek ile biz nasıl konuşuruz?’ dediler. Bebek, ‘Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber seçti. Nerede olursam olayım beni mübarek kıldı; hayatta olduğum sürece bana namazı, zekâtı emretti. Anneme karşı beni iyiliksever kıldı; katı yürekli ve âsi bir insan yapmadı. Doğduğum gün de öleceğim gün de diriltilip kaldırılacağım günde de bana esenlikler lütfetti.’ dedi. İşte, hakkında şüphe edip tartıştıkları Meryem oğlu İsa, Hakk’ın kavlince budur. Allah’ın oğul edinmesi olmaz. Hâşâ! O bundan çok yücedir. O, bir şeyin olmasını istediği zaman, ona sadece ‘ol!’ der; o da hemen oluverir. Hiç şüphe yok ki Allah, benim de sizin de Rabb’inizdir. O hâlde O’na kulluk edin. İşte, Sırat-ı Müstakim budur.”
Sayfa 67 - Fecr yayınları
Reklam
İşte bu iman sebebiyle gerçek mü’minler; diğer bir ifade ile kulluk bilincini takva düzeyinde yaşayanlar, her şeylerinin Allah’dan olduğunu bilir ve kullukta sadece O’na yönelirler. Dini Allah’a has kılar, kayıtsız şartsız O’na teslimiyet gösterirler. O’ndan başkasına asla kulluk etmezler. Zira onlar bilirler ki, Allah’la birlikte bir başka şeye kulluk, hakka ve hakikate aykırıdır. Bu tür kulluk insana hiç bir fayda temin etmeyeceği gibi, aksine hürriyetini elinden alır, insanı insanlık vasfından çıkarır ve hayatını zehir eder. Çünkü Allah’ın dışındaki ilah, tanrı, rab, ma’bud, her ne ise, insanın üzerinde büyük bir yüktür. O sebeple düşünen her insan, sadece Allah’a kul olur, asla başkasına kulluk etmeye yanaşmazlar; böylece hürriyetlerini doya doya yaşama imkânını bulurlar. Gerçek mü’minler, söz, iş ve davranışlarında aşırılığa kaçmazlar. Ar ve hayâ sahibidirler; herkesten önce Allah’tan hayâ ederler; o sebeple zihinleri ve kalpleri temizdir. Allah’ı her şeyden daha fazla sever ve sayarlar; sevgilerine halel gelir korkusuyla dinde gayret ve rikkat sahibidirler. Allah’dan korkuları ümitlerini kaybetmelerine sebep teşkil etmediği gibi, ümitleri de akıbetlerinden kesinkes korkmamalarını gerektirmez. Onlar daima korku ile ümit arasında bulunurlar. Allah’a kulluklarında ve yönelişlerinde asla aşırılığa kaçmazlar. Hayırların ve tüm iyiliklerin tamamen Allah’tan olduğunu bilir ve öyle inanırlar, fakat şerri O’na isnat etmeyi edebe uygun bulmazlar.
Sayfa 66 - Fecr yayınları
Kitap iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde başarıya götüren adımlar 63 maddede izah edilmektedir. İkinci bölümde ise unutulmaya başlanmış olan edebi incelik ve güzelliklerden bahsedilmektedir. Burada Osmanlı dönemi ağırlıklı olmak üzere İslâm âlimlerinin edebi güzellikleri, âdâb-ı muaşeretle- ri, çalışma düzenleri, gayret ve azimlerinden örnekler verilmektedir. Burada "Neden başarıya götüren yolların yanında edebi güzel- liklere de yer verildi?" gibi bir soru akla gelebilir. Bunun da cevabı gayet açıktır. Kanâatimizce edebi güzellik ve inceliklerden mah- rum bir başarı, maddi güzellikleri peşinden getirse de gerçek başarı değildir. Çünkü mâneviyattan uzak bir başarı kuru bir başarıdır. Ideal olan ise bunu mânevi güzelliklerle birleştirerek muhteşem bir bütünlüğü sağlamaktır. Acı olan ise bazı insanların başarı peşinde koşarken, mâneviyat kazanmak şöyle dursun, sahip oldukları de- ğerleri de yitirmesidir. Başarılı olma hırsı bizi kaderi inkâra, başka- larının hakkını gasp etmeye, hedefe giden yolda her şey mübahtır gibi bir zihniyete götürmemelidir. Başarı yolunda adımlarımız son derece hassas olmalı ve başkasının hakkı zerre miktarı da olsa çiğ- nenmemelidir. Bu amaçla birinci bölümde zikrettiğimiz maddi ve mânevî gelişimle ilgili bilgiler, ikinci bölümdeki edebi güzelliklerle süslenip taçlandırılmıştır.
Âdâb,dünya için çalışmayı emrederken,malın bir kısmını âhiret için sadaka olarak vermeyi telkin eder.
Bilinmelidir ki bir toplum, nefislerindekini değiştirmediği sürece Allah onlara lütfettiği nimeti azap ile değiştirmez! Allah, her şeyi işitir ve her şeyi bilir. Tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin tutumu gibi; onlar Rab’lerinin ayetlerini yalanladılar. Biz de günahları yüzünden onları helâk ettik. Firavun ailesini de denizde boğduk. Onların hepsi de zalim idiler.” (Enfal, 8/53, 54)
Sayfa 63 - Fecr yayınları
Reklam
1.000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.