saat bir buçuk. on iki de geliyoruz diye aradılar, hala bekliyorum. anahtarlar bende, danışmada oturuyorum kaç saattir, darlandım. çılgınlık yapıp hazır herkes uyuyorken bir tur atıp gelsem mi napsam
bakarsın bir daha yazmam, tek sözcük bile
yüzüm yağmurlar ortasında yitik ve sesim
dipsiz bir uçurumun koynunda eriyip gider
ne mermere kazınacak bir sözüm var zaten
ne de çağların ötesine taşıp gitme hevesim.
yaşamın bana sunduğu bir ayrıcalık mı, bilmem
elimi sürdüğüm her şeyden göveren sözcükler
ve bu görüntü tufanı, durup dururken...
bakarsın bir daha yazmam, tek sözcük bile
artık bütün kağıtlar dolu, kalemler boştur
yıkılır yüreğimden beynime kurduğum köprüler de
bir kapı usulca örtülür, bir adam unutulur
belki o şeydedir mutluluk, o buruk dinginlikte.
bakarsın bir daha yazmam, tek sözcük bile...
Birkaç sene evvel taşra işi bulup hakir görecekleri, anneanne evinde önlerine konsa ağız eğip burun bükecekleri melamin tabaklarla yan yana fotoğraf çektirebilmek için harcadıkları gayreti hayretler içinde izliyordum. Pazar sabahı erkenden uyanıp, günün kalanını kahvaltıcı kuyruğunda ya da nefes kokulu tıkış tıkış bir mekanda, çatal, bıçak ve leş gibi insan sesi arasında geçirmenin, sonra bunun adını kahvaltı keyfi koyup sosyal medya hesaplarından bangır bangır servis etmenin, en zarif tabirle dingillik olduğunu düşünüyordum.
Bakarsın bir daha yazmam, tek sözcük bile
Artık bütün kâğıtlar dolu, kalemler boştur
Yıkılır yüreğimden beynime kurduğum köprüler de
Bir kapı usulca örtülür, bir adam unutulur
Belki o şeydedir mutluluk, o buruk dinginlikte.