"Kaderim benim fikrim alınmadan
yazılıyordu. Bazen içimden herkesin sözünü kesip, "Bir dakika, burada sanık kim? Sanık olmak önemli bir șey
Benim de söyleyeceklerim var!" demek geliyordu. Ama
şöyle bir düşününce, söyleyecek bir şeyim yoktu aslında."
Eskiden masum bir fikrim vardı. Sanırdım ki herhangi bir fenalık ruhumuzu baştan başa kirletir, onda hiçbir temiz nokta bırakmaz. Halbuki hakikatte her zaman böyle olmuyor. Maddi sukutların manevi sukutlardan bir farkı var. Mesela bir uçuruma düşen insan paramparça olup ölüyor. Fakat manen düşen insanın bazen yalnız bir tarafı zedeleniyor, öte tarafları tamamiyle salim kalabiliyor. Fahişeler görüyorsunuz ki aile muhabbetini hiç kaybetmemiş, katiller görüyorsunuz ki samimi surette seviyor, acıyor, yardım ediyor. Ben de vak’aların sevkiyle bir hırsız ve dolandırıcı olup çıkmış bulunduğum halde çocuklarımı ancak tamamıyla salim ruhlu insanlarda bulunacak bir temizlik ve kutsiyetle seviyordum. Feriha ile Zehra. Ben sırf onlar için her şeye katlandım. Bundan sonra da katlanıp gideceğim.
"Eskiden beri çocuklarımın en kötüsüydün,"dedi."Şerefime leke sürmeye kalkma sakın."
"Benim daha iyi bir fikrim var.Canımın istediğini yapacağım,sen de çocuklarını sayarken beni aralarına katma."
" Mutluluk hakkında bi fikrim yok, " diyor. "Hatta mutluluk diye bir şey var mı, ondan da emin değilim. Bence mutluluk bir varsayım. İnsan sadece mutsuzluğu biliyor, bunun bi karşıtının olması gerektiğini düşünüyor, o yüzden inanıyor mutluluğun varlığına. "
Ve bu dediğini yapmaya başlayıp Küçük Prens müzesi açtı.
Belki fazla iddialı olacak ama bir fikrim daha doğrusu bir ütopyam var. Irk, dil, din ayırt etmeksizin (ki çocuklar zaten böyle şeyleri umursamazlar) dünyanın bütün çocuklarına Küçük Prens’i okutabilmek…