"gitmek mi istiyorsun?
kanayacaksın,
kapıdan çıkacak cesareti bulana kadar
ve çıktığında
küçüğüm,
kalacaksın
yaraların iyileşene kadar
bu kısır döngü nefes aldığın sürece
gitmek mi istiyorsun?
kanayacaksın,
kapıdan çıkacak cesareti bulana kadar
ve çıktığında
küçüğüm,
kalacaksın
yaraların iyileşene kadar
bu kısır döngü nefes aldığın sürece
Büyük şehirlerde insanlar daha çok orijinal bir yaşam arzı sürdürmeye önem verir. Bu yüzden ortaya varoluşçuluk gibi abuk sabuk, hiçbir anlamı olmayan kavramlar atar, değişik bir hayat yaşıyor yanılsaması yaratmaya çalışırlar. Oysa kırsal kesimde insanlar doğar, yaşar, sever, nefret eder ve eski geleneksel yöntemlerle ölür. "Romeo ve Jülyet" ya da "Nişanlılar" gibi eserlerdekine benzer dramatik olaylara karışıp karışmadıkları umurlarında bile olmaz. Bu nedenle de yaşamları sonsuz, banal olayların tekrarından ibarettir. Ama sonuçta onların da sonu şehirli entelektüeller gibi toprak olur. Tek fark, entelektüeller kızgın bir biçimde ölürler. Onlar öldüklerine değil de banal bir biçimde öldüklerine üzülürken, köylüler sadece biraz daha nefes alamadıkları için üzülür. Kültür denen şey evrendeki en büyük kandırmacadır çünkü sadece hayatı değil, ölümü de zehir eder insana.
Türk Fırtınası
Nereden bilebilirdim yaşamımın bir fırtına estirmeye ait bir görev olduğunu!
Dokuz yaşında aldım ilk yaramı on iki Eylül sabahında!
O yara büyüttü beni!
¶¶
Gözlerimde tüten esrar
Bilinenlerin dumanını seriyor önüme.
Çektiğim her acı,
derin bir nefes.
Ben seni,
sana ait kalıntıları
ıssız sokakların en tehna
Hem sana el değdirmeğe elim varmaz,
Hem sensiz aldığım nefes, nefes olmaz;
Bir garip dert bu, kimseye de açılmaz:
Bir zehir zakkum ki, tadına da doyulmaz.
gitmek mi istiyorsun?
kanayacaksın,
kapıdan çıkacak cesareti bulana kadar
ve çıktığında
küçüğüm,
kalacaksın
yaraların iyileşene kadar
bu kısır döngü nefes aldığın sürece
devam edecek zihninde
ağlayacaksın,
gözyaşlarını silemeyecek duruma gelene kadar
kanayacaksın saçların örülemeyecek kadar kısalacak,
dudakların öpülemeyecek kadar kuruyacak,
kesilecek avuç içlerin ciğerlerin nefes alamayacak kadar sönecek yara bandı tutmayacak açık yaraların, neşter kesti iğne dikmeyecek ipler yeterince uzun değildir, bilirsin kavuşamazlar sevdiklerine bana nasıl bir kalp verdiğinin farkında değilsin, zehir pompalıyor zihnime ve bir kapı görmediğinde artık dört duvar arasında anlayacaksın,
yalan söylediler
küçüğüm,
bize yalan söylediler
bu dünya gerçek cehennemdi ve senin kolların cennetine hiç yetişemedi..
YALNIZLIĞIN YARATTIĞI İNSAN
Pardösüsünün kürklü yakasını kaldırınca üşüdü mü diye baktım. Aslında soluk esmer yüzü balmumu gibi sararmıştı.
– Üşüdün, dedim.
Kaşını kaldırdı. Yanağındaki çıban yerinde kan yoktu. Durdum. Yüzünü avuçlarıma alıp ovaladım.
– Neden böyle oldun, dedim.
Güldü. Karanlığa doğru tükürdü. Başını iki tarafa şiddetle
Hem sana el değdirmeğe elim varmaz,
Hem sensiz aldığım nefes, nefes olmaz;
Bir garip dert bu, kimseye de açılmaz:
Bir zehir zakkum ki, tadına da doyulmaz.
yıllanmış korkularım var benim.
hep yanı başımda duran,
günlük bir kitap gibi,
kapağını hiç açmasamda,
varlığını hep hatırlatan.
çok eski bir zamandı farz et
birini öldürmüşüm yanlışlıkla.
jandarma tutmuş bütün yolları.
katili vurun, emri vermiş komutan..
unutmuşum o an, karanlıktan dahi korktuğumu.
korkunun üstünde bir korku var.
annemi almışlar