Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
28 syf.
·
Puan vermedi
·
13 saatte okudu
Hüseyin Nihal Atsız, 1040 tarihini Türk milletinin batıda kurduğu devletin kuruluşu kabul ederek -ben de kabul ediyorum. siz de kabul edin- 1940 yılında Türkiye’nin kuruluşunun 900. yıl dönümünde Üniversite’nin, Tarih kurumunun ve diğer kurumların herhangi bir anma, kutlama yapmamasından şikayet ederek "Türk ırkının fânî bir oğlu, ancak bu kadar yapabildim" dediği bu yazıyı kaleme almış, "Türk milletinin batıda kurduğu bu devlet 900 yıl önce nasıl kuruldu? Nerede kuruldu? Onu kuranlar kimlerdi? Bu destanı gözden geçirelim." diyerek de bu 900 yıllık tarihi özetlemiştir. Önümüzdeki 16 yılda bu devleti ayakta tutmayı başarırsak 2040’ta Batı Türk Devleti’nin, Türkiye’nin 1000. yıl dönümünü layık olduğu şekilde kutlamak bizlere düşen görevdir. Okuyunuz.
900 üncü Yıldönümü / Devletimizin Kuruluşu
900 üncü Yıldönümü / Devletimizin KuruluşuHüseyin Nihal Atsız · 195538 okunma
900 üncü Yıl Dönümü (1040-1940): 1940'ta Aylı Kurt yayınlarından çıkmış, Arkadaş Basımevi tarafından basılmış 32 sayfalık küçük bir kitapçıktır. Atsız Türkiye Devleti'nin 1040'ta kurulduğunu kabul eder. Buna göre 1940, devletimizin kuruluşunun 900'üncü yıldönümüdür. Japonlar kuruluşlarının 2600'üncü, Portekizliler 800'üncü yıldönümünü kutlarken Türkiye'nin 900'üncü yıldönümünü kutlamak için hiçbir şey yapmaması, üniversitenin ve Türk Tarih Kurumunun sessiz kalması karşısında Atsız, hiç olmazsa bir kitapçıkla kendisinin bu görevi yerine getirmiş olduğunu ifade eder. Bu küçük eser, Türkiye Devleti'nin 11. yüzyıl başından İstiklal Savaşı'nın sonuna kadarki tarihinin kısa bir özetidir. Destani bir anlatımla kaleme alınmıştır. Atsız 04 Mayıs 1952'de aynı konuda Ankara'da "Devletimizin Kuruluşu" adıyla bir konferans vermiş ve bu konferans metni 1955 yılında basılmıştır. Konu aynı olmakla birlikte iki metin birbirinden çok farklıdır.
Reklam
Ölmezsek bize düşen görev 2040'da 1000. yıl çalışması yapmak olacak.
900 üncü Yıl Dönümü (1040-1940): 1940'ta Aylı Kurt yayınlarından çıkmış, Arkadaş Basımevi tarafından basılmış 32 sayfalık küçük bir kitapçıktır. Atsız Türkiye Devleti'nin 1040'ta kurulduğunu kabul eder. Buna göre 1940, devletimizin kuruluşunun 900'üncü yıldönümüdür. Japonlar kuruluşlarının 2600'üncü, Portekizliler 800'üncü yıldönümünü kutlarken Türkiye'nin 900'üncü yıldönümünü kutlamak için hiçbir şey yapmaması, üniversitenin ve Türk Tarih Kurumunun sessiz kalması karşısında Atsız, hiç olmazsa bir kitapçıkla kendisinin bu görevi yerine getirmiş olduğunu ifade eder. Bu küçük eser, Türkiye Devleti'nin 11. yüzyıl başından İstiklal Savaşı'nın sonuna kadarki tarihinin kısa bir özetidir. Destani bir anlatımla kaleme alınmıştır. Atsız 04 Mayıs 1952'de aynı konuda Ankara'da "Devletimizin Kuruluşu" adıyla bir konferans vermiş ve bu konferans metni 1955 yılında basılmıştır. Konu aynı olmakla birlikte iki metin birbirinden çok farklıdır.
112 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Nazım hikmet, 15 ocak 1902 tarihin de Selanik'te dünyaya geldi Milli mücadele döneminde Anadolu'ya geçen Nazım Hikmet, bir süre Bolu'da öğretmenlik yaptı. Daha sonra ise Rusya'ya giderek Doğu Emekçiler Kominist Üniversitesi'nde sosyalaji ve ekonomi üzerine eğitim aldı Türkiye'ye döndükten sonra
Henüz Vakit Varken Gülüm
Henüz Vakit Varken GülümNazım Hikmet Ran · Yapı Kredi Yayınları · 202223,4bin okunma
Orkun'un Yayın Macerası ve Sonu: Orkun'da hiç aksamayan iki köşe vardı: "Orkun'dan Sesler" ve "Türkiye'nin Köy ve Kasabaları". Bunlardan birincisinde haftanın bazı haberleri çok defa mizahi bir üslupla ele alınıyor ve ayrıca 1944'e ait güldürücü hatıralara yer veriliyordu. Diğerinde çeşitli şehir,
ÇÖL DESTANI
Çöle gömülen bir senelik Türk enerjisi, herhangi bir planın içine toplanır ve teksif olunursa, dört beş senede bir memleket yapmaya kafidir. Türk enerjisi, ancak, planlaşmış, nizamlaşmış, inzibatlaşmış bir çarka takıldığı zaman mucizeler doğurur. Hiçbir tarafı yapılmamış olan bir vatanın bayrağı kahireye dikilmek için havaya giden bu enerji, boş anadoluyu zengin ve ümranlı bir vatan yapmak için hiçbir vakit kullanılmadı. Türk, harpte kullanılmış, kıymetlendirilmiş, destanlaştırılmış, Sulhte ise bırakılmıştır. "En iyi çelikten yapılan, demiri et gibi kesen bu kılıç, sulh kılıfının içinde paslandırılmış, tekrar fırsat çıktığı zaman kanda yıkanmış ve ateşte parlatılmıştır." Şöyle bağıranlar: -altın değer ormanlarımızı işlemiyor. -paha biçilmez madenlerimiz toprak altında yatıyor. -dünya değer mahsullerimiz tekniksizlikten ölüyor. Haksızsınız: biz, ormanlarımızı, madenlerimizi, mahsullerimizi ve sanayimizi değil, biz Türk'ümüzü işletemiyoruz.
Sayfa 126 - Pozitif yayınları/2004
Reklam
Orkun'un Yayın Macerası ve Sonu: Orkun'da hiç aksamayan iki köşe vardı: "Orkun'dan Sesler" ve "Türkiye'nin Köy ve Kasabaları". Bunlardan birincisinde haftanın bazı haberleri çok defa mizahi bir üslupla ele alınıyor ve ayrıca 1944'e ait güldürücü hatıralara yer veriliyordu. Diğerinde çeşitli şehir,
·
Puan vermedi
Biat etmiyorsan yoksun, hain ve „âdi“sin
Gazete Duvar'da şöyle bir haber okudum: "Prof. Dr. Yılmazçelik ile Doç. Dr. Erdem`in birlikte kaleme aldıkları “II. Abdülhamid Döneminde Dersim Sancağındaki İdari Yapı ve Ulaşım Ağı” başlıklı makalelerinde, 1892 tarihli Mamuretülaziz (Elazığ) vilayetine ait salnameden (yıllık) gerçekleştirdikleri doğrudan alıntıda “Kürt” kelimesini “
Börklüce Mustafa  Güneşin Altında Çarmıha Gerilenler
Börklüce Mustafa Güneşin Altında Çarmıha GerilenlerLeopold Schefer · Ceylan Yayınları · 20199 okunma
kanal cephesi destanı
İşte Anadolu çocukları Kanal'a böyle gittiler. Bu, Anadolu’nun her yerdeki, Çanakkale'deki, Erzurum dağındaki, Medine’deki destanıdır. Fakat Sina çölünde Türk milletinin bir ikinci destanı daha var ki, Türk çocuguna belletmek lâzım gelir. Onu da yarım anlatacağım. Bu uzun desetan, iki cümlelik bir İngiliz tebliği ile bitti: "Düsman şubatın üçüncü günü üç buçukta Kanal’ı geçmek için azimli bir teşebbüste bulunmuşsa da eriyip gitmiştir."
Sayfa 122Kitabı okudu
Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor
Şehitler tepesi boş değil, Biri var bekliyor. Ve bir göğüs, nefes almak için; Rüzgar bekliyor. Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye; Yattığı toprak belli, Tuttuğu bayrak belli,
Sayfa 117 - Bilgi Yayınevi
Reklam
Uygur Göç Destanı
"-İşte yabancılarla evlenip, ülkesini yabancıların aklına teslim edenlerin sonu budur! Eski düşmandan dost ve akraba olmaz! Memleketin küçük bir taşını dahi yabancılara vermemek gerekir! Bir taşını gitmesi bile felâketlere neden olur! Vatanın bir çakılını dahi küçük görmemek gerekir!.."
Sayfa 59 - Akçağ YayınlarıKitabı okuyor
Büyüklük davası, yani ülkü, savaşla elde edildiği içindir ki, insanlık tarihinde büyük savaşçıların, kumandanların ve kahramanların daima seçkin bir yeri olmuştur. Savaşlar, kahramanlık ruhunu beslemiş, erdemli insanların yetişmesine sebep olmuş, destani edebiyatı yaratmıştır. Yirminci Yüzyıla doğru yaklaştıkça savaşlar daha ıztıraplı bir hal almakla beraber, hiçbir şey onun ahlaki karşılığı olmamıştır ve uzun zamandır savaşmayan milletlerde ahlaki bir bozulmanın başladığı gözden kaçmamaktadır. Mesela İsveç'te kültür ve refah son dereceye vardığı, bu alanda Amerika ve Almanya'dan bile üstün bulunduğu halde, Đsveç halkının ahlakındaki, günden güne çoğalan yozlaşma, düşündürücü bir durum almaktadır. Bazı bayramlarda İsveçli gençlerin topyekün yaptığı rezaletler, memleketteki homoseksüel derneklerinin yasa ile tanınması, çocuk yetiştirebilecek kaabiliyetteki aileler arasında bile sun'i ilkahla çocuk sahibi olmak gibi gariplikler, bu milletin bir iç sıkıntısı, bir manevi bocalama içinde olduğunu gösteriyor. İsveç, iki yüzyıldan beri savaşmamıştır. Bir zamanlar "büyük devlet" olan İsveç'in artık hiçbir büyüklük emelinin kalmayışı, uzun bir süredir devam eden tarafsızlık, atom savaşına tam manasıyla hazırlanacak kadar maddi güç göstermesine rağmen, manevi kuvvetlerden yoksunluğu, bu sonuçları hazırlamıştır. Soysuzlaşma durdurulmazsa, İsveç, günün birinde tıpkı Estonya, Letonya ve Litvanya gibi bolşevikliğin ağına düşüverecektir. Çünkü İsveç milletinin heyecan verici bir ülküsü, bir büyüklük ülküsü yoktur.
Büyüklük ÜlküsüKitabı okudu
Attila, Türk tarihinde olduğu kadar, dünya tarihinde de arkasında derin izler, hatıralar bırakan bir liderdir. Birçok milletin hafızasında ölümsüzlüğe ulaşmıştı. Onun hakkında İtalya'da, Galya'da, Germen ülkelerinde, Britanya'da İskandinavya'da ve bütün Orta Avrupa'da yüzyıllar boyu ağızdan ağıza dolaşan efsaneler türemiştir. Roman, resim, heykel sanatlarına konu olmuş, hakkında pek çok kitap yazılmıştır. Tiyatro yazarlarına, kompozitörlere ilham vermiş, adına bir düzineye yakın opera bestelenmiştir. Almanların meşhur Nibelungen Destanı gibi çağdaşı kayıtları, onu babacan, iyiliksever yüksek vasıflı bir hükümdar olarak tanıtmaktadır. Katı dini taassup içindeki Hristiyan din adamları onun hakkında acımasız, gaddar diye hikayeler uydurmuşlardır.
Bir Selçuklu Destanı: Nizamiye Medreseleri
Nizamiye Medreseleri başta Horasan ve Maveraünnehir olmak üzere Irak, Suriye ve Anadolu topraklarında açılmıştır. Şiilik ile mücadele dışında, devlet kurumu için insan yetiştirme, İslamiyet ile yeni tanışmış Oğuz boylarını irşad etme, yeni alınan yerlerdeki halkların aydınlatılması ve toplumun her tabakasından zeki kabiliyetli gençleri kazanma gibi kaygılar da gütmüşlerdir.
Ülkü denilen nesne, nice bir duygudur kim, Uğrunda ne yiğitler vuruşup ölür Tanrım!.. Budun, devlet, yurt, bayrak...Sevgimiz büyükse de En yüce buyruk, senin katından gelir Tanrım! Bu varlıklar uğruna ölürken her Türk eri, Kendini senin çerin olarak bilir Tanrım! Varlığını unutup töreni bozanlardan, Bu çeriler, senin ne öcünü alır Tanrım! Soyumuzu en üstün kıldın, yağız yer üzre, Senin şu gök bayrağın yerde mi kalır Tanrım!
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.