Odalar boş ve sağırdı. Duvarlar badanasız, odaya girince ağlamaklı oldum. Köşedeki masa üstünde annemin gelinlik fotoğrafı duruyordu. Pencere camlarından çocukluğumun hüznü bakıyordu bana. Duvarlarda taşlar şekilsiz. Biri uzun, öteki kısa. Uzun taşla kısa taş arasında yuvarlak taş ve alçı.Sonra yalpık taş, kabarık taş ve alçı.İki taş arasında bir delik; delikte kibrit çöpü. Ve ben. Ben taşlardan farksız, taşlar benden. Oda soğuk. Ben soğuk. Taş dizisinde ben de bir taş.Elimi kibrite uzatıyorum. Yok, taş değilim ben. Yanaklarım ıslanıyor. Ağlıyorum. Neden? “Çocuk olma” derler bana, ağladığımda. Âlâ âlâ. Bekleyeyim. Anam ölsün, babam ölsün; beşiğim çürüyüp toz olsun. Doksan beşimde de olsam, “çocuk olma” diyecekler bana ağladığında. Ağlamak için mutlaka çocuk mu olmak lazım?
Aramıza soktuğun yabancı hayallerin ördüğü duvarlar o kadar kalın ki, başım ve kalbim oraya çarparak parçalansa onlar yine yıkılıp seni göstermeyecek! Acaba bu duvarın arkası bir hiç, bir boş mu ve daima boş muydu?
Sayfa 120 - 31. basım: Şubat 2022, İstanbulKitabı okudu
Bir zamanlar boş gezmeyi iş yapmaktan çok seven üç arkadaş varmış. Bugünden yarına geçinmek, gittikleri yerlerin birinden yüz bulsalar, beşinden kovulmak canlarına tak demiş. Alın teriyle kazanıp gönül rahatlığıyla yemeyi de gözlerine kestiremezlermiş, çünkü elleri işe yatkın değilmiş. Bir gün, uzun bir yolculuktan sonra, yüksekçe bir tepede
Gece susmasını bilseydi ben hiç konuşur muydum?
Yaralarım azmasaydı, hatıralarım canlanmasaydı ve senin bir selamın gelseydi ben hiç çıldırır mıydım?
Duvarlar üstüme üstüme geliyor, yazdığım her sözcük kalbimden hesap soruyor.
Hiçbir savunma biçimi gecenin görkemli saltanatını mum kadar aydınlatamıyor.
Ve ben siyaha koşuyorum ama
“Aramıza soktuğun yabancı hayallerin ördüğü duvarlar o kadar kalın ki, başım ve kalbim oraya çarparak parçalansa onlar yine yıkılıp seni göstermeyecek! Acaba bu duvarların arkası bir hiç, bir boş mu ve daima boş muydu?”
Bir zamanlar boş gezmeyi iş yapmaktan çok seven üç arkadaş varmış. Bugünden yarına geçinmek, gittikleri yerlerin birinden yüz bulsalar, beşinden kovulmak canlarına tak demiş. Alın teriyle kazanıp gönül rahatlığıyla yemeyi de gözlerine kestiremezlermiş, çünkü elleri işe yatkın değilmiş. Bir gün, uzun bir yolculuktan sonra, yüksekçe bir tepede
Baba ,bak kızına !
Ne hale gelmişim, nasıl tükenmişim
Yeryüzünde yüklendigim yükün altında
Kalışımın sonucu tüm bunlar baba..
Gördün mü benj , hiç böyle
Darmadumanken.
Köşe bucak herkesten kaçışımi gördün mü?
Kaç kere izledin benjm mahvoluşumu söylesene?
Şimdi hayatımda herkes bir tanıdık olur oldu .
Kimse en yakınım değil, olamıyor, izin vermiyorum.
Sığamıyorum babaa bu şehre
Yerler ,duvarlar, tavan şu yastığım bak bu dolapta,
Halı da bile var baba ,oturup konusmuslugum, boş boş bakmışliğim.
Yutkunamıyorum artık.
Bak yarım yamalak herşey, sonrası YOK .!!
Aramıza soktuğun yabancı hayallerin ördüğü duvarlar (mezar taşı) o kadar kalın ki, başım ve kalbim oraya çarparak parçalansa onlar yine bana seni göstermeyecek! Acaba bu duvarın arkası bir hiç, bir boş mu ve daima boş muydu?
Amerika'da bir barınak yöneticisinin mektubu
Aşağıdaki mektup Amerika – Kuzey Carolina’daki bir hayvan barınağının yöneticisinden gelmektedir.
“Bu toplumun bu uykudan uyanmasi icin cok siddetli bir kalk borusu gerekli…"
Ben bir barinak yoneticisiyim. Sizlere bir barinagin arka planinda olan bitenleri anlatmak istiyorum. Umarim bu sesi
Bir yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir.. gider gelirdi.. Bir yerlerde demiryolunun her iki yanında ıssız, engin, sarı kumlu bozkırların özeği Sarı-Özek uzar giderdi...
Yedigey'in 40 yıllık iş arkadaşı Kazangap ölür. Onun hatırını sormak, bir şeye ihtiyacı var mı yok mu diye sormak için evine gittiğinde seslenir,
"Aramıza soktuğun yabancı hayallerin ördüğü duvarlar o kadar kalın ki, başım ve kalbim oraya çarparak parçalansa onlar yine yıkılıp seni göstermeyecek! Acaba bu duvarın arkası bir hiç, bir boş mu ve daima boş muydu?"