Biri çıkıp da töz hakkında açık ve seçik, yani doğru bir fikre sahibim, ama acaba böyle bir töz var mı dese, inanın, bu doğru bir fikrim var, ama acaba yanlış mı demekle eştir. Ya da biri tözün yaratıldığını söylüyorsa, aynı zamanda yanlış bir fikrin doğru olduğunu da söylüyordur ki, bundan daha saçma bir şey düşünülemez. O halde zorunlu olarak kabul etmeliyiz ki, tözün varoluşu, tıpkı özü gibi, ezeli ve ebedi hakikattir. Buradan hareketle, farklı bir yöntemle tek bir doğaya sahip ancak tek bir töz olacağı sonucuna varabiliriz.
Sayfa 33 - Kabalcı Yayınları, 2012Kitabı okuyacak
Bizim çektiğimiz acıyı gerçekte kimse bilmiyor. Bir gün büyüyüp de geriye dönüp baktığımızda tüm bu acı ve kederlerin ne kadar saçma olduğunu hayal meyal hatırlatacağız belki de. Fakat tam bir yetişkin oluncaya dek geçecek olan bu uzun ve korkunç süreyi nasıl geçirmeliyiz ki? Kimse bunu öğretmiyor. Kendi haline bırakılması gereken kızamık gibi bir şey mi bu acaba? Ama kızamıktan ölenler, gözlerini kaybedenler de var. Kendi haline bırakmak olmaz. Günlerimizi böyle kâh bunalıp kâh kafamız atarak geçirirken, içimizden geri dönüşü olmayan yollara sapıp tüm hayatı harabeye dönenler, hatta canına kıyanlar bile çıkabiliyor. Olan olduktan sonra ahali, "Tüh, az daha yaşasaydı, anlayacaktı, biraz daha büyüseydi her şey doğal akışına girerdi," diye istedikleri kadar pişman olsunlar faydası yok. Kendilerini bizim yerimize koysalar, tüm o acıları çekerken dayanabildiğimiz yere kadar dayanıp, belki biri faydalı bir şey söyler diye dikkat kesildiğimizde, karşılığın da hep aynı yavan tavsiyelerin, teskin edici sözlerin tekrarlandığını, nasıl utanç içinde yüzüstü bırakıldığımızı görecekler. Sadece bugünü düşündüğümüz sanılmasın. Uzaklardaki dağları parmakla gösterip, “Oraya çık da bir bak, her şey daha net görünecek,” dediklerinde eminiz doğru söylüyorlar, bundan şüphemiz yok ama bu korkunç karın ağrısına rağmen, ağrıyı görmezden gelenlerin, “Hadi, hadi, az kaldı, şu dağın tepesine çık tamam”dan başka bir sözlerini işitmiyoruz. Birileri kesin yanlış yapıyor.
Reklam
Lütfen beni affedin! Yalan söyledim... Salağa yattım... Hepsini aslında kasten yaptım. Yazarken, bu şey, ah, romantizm havası beni utandırmaya başladı ve bile isteye her şeyi mahvedecek kadar ileri gittim. Eğer her şeyi mahvetmeyi gerçekten başarırsam, bu tam da benim istediğim şey olur. Zevksizlik mi dersiniz? Belki de öyle, ama bu tek sözcük kalbimin derinliklerinde hissettiğim duyguyu açıklamaya yetiyor. Elindeki gücü kullanarak insanları sebepsiz yere baskı altına almak için ısrarla yapılan bir tercih böyle adlandırılıyorsa, benim bu tavrımın da zevksizlik olması mümkündür. Ben teslim olmak istemiyorum. Kimsenin içimdekileri görmesini istemiyorum. Ne var ki bu, gelgeç bir çaba olur. Yoksa?! Yazarlar hep böyle insanlar mıdır acaba? İtirafta bulunurken bile süslü sözler kullanıyorum. Yoksa ben canavarın biri miyim? Gerçekten insani bir yaşam sürebilir miyim ki? Şimdi bunları yazarken bile, kalemimden çıkan cümleleri kafaya takıyorum.
"Ne söylüyorsun Gandalf?" diye sordu Pippin. "İrfan Tekerlemeleri'nin bazılarını aklımdan geçiriyordum, diye cevap verdi arif. "Hobbitler galiba bunları unutmuşlar, hatta bir zamanlar bildiklerini bile." "Hayır, herkes değil, dedi Pippin. "Üstelik kendimize ait de birçok tekerlememiz var, ama belki onlar
Cromer-Blake haklı da olabilir, en azından kısmen: Belki en kötüsü, hem de olanaksızı, kadınları ya da onun durumunda erkekleri, bir kadını düşünmemektir, sanki beynimizin yalnızca bu çeşit düşüncelerle uğraşan bir bölümü varmış da, diğer bölümleri ondan kaçınıyor ve belki de onu küçümsüyor, ama o düşünceler olmadıkça onlar da verimli biçimde, gereğince işleyemiyorlarmış gibi. Hiç kimseyi düşünmemek (o kimse birçok kimseler olsa da) sanki herhangi bir şeyi düşünmeyi engeller gibi. En azından ciddiyetsiz kişilere böyle oluyor. Ben ciddi biri değilim, aslında beni ciddiye almak olanaksızdır, düşüncem oradan oraya dağılır, gider, karakterim zayıftır, ne var ki bu pek az kişinin bildiği şeydir ve en önemlisi, burada bilen yok, herhalde kimse benim ciddi olup olmadığımı kendine dert etmemiştir. Madem öyle, sarhoş olmamızdan ve sarhoşların sorularının hep yanıt bulmasından yararlanıp Cromer-Blake'e dosdoğru sorayım, derhal soracağım, acaba Clare Bayes'in âşığı var mı ya da oldu mu diye, acaba kocasına âşık mı, acaba Cromer-Blake burada geçireceğim iki yıl (azalmaya başladı bile, başladı bile) süresince onu düşüneceğim kadına dönüştürmeye kalkışırsam başarı şansım olacağını sanıyor mu diye.
kırmızı deynek
Havanın yüzünde bir kırlangıç sürüsü Ve yabanıl ak atlar doludizgin Bu sabah, bu sabah öylesine güzel ki Bu sabah yağmur yağacak Bu sabah gün açacak Bu sabah tekmil tornurcuklar patlayacak Bahar patlayacak Köpükler, bulutlar patlayacak Özlemierin en güzeli, tozlu bir özlem Topraktan yeni çıkarılmış Üç bin yıllık yunan şarabı Atların kara
Sayfa 85 - Yapı Kredi Yayınları
Reklam
578 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.