Zaten başlangıçlar hep böyle olur...
Ağzım az qala qulaqlarıma çatırdı . Sanki gözəgörünməz qanadlarım vardı və yerdən bir qarış yuxarıda uçurdum. Ayağın yerdən üzülməsi dedikləri bu imiş ...
İktidarının doruğunda bulunan Attila'nın yerinde başka birisi olsaydı, muhteşem libaslar içinde gezer ve altın-gümüş içinde yüzerdi. Lakin Attila böyle yapmadı, sadeliği severdi. Elçilik arkadaşlariyla birlikte ilk defa Priskos'u huzuruna kabul ettiği zaman, Attila alelade tahta koltukta oturuyordu ve İkamet ettiği çadır da herhalde fevkalade bir şey değildi. Hiçbir tarafta ihtişamdan eser yoktu. Kendisine, başkentinde layikiyle işlenmiş ahşap bir saray yaptırdığı hakikattı. Lakin bu şaşaalı muhitte hükümdar Attila herhangi adi bir Hun kadar sade yaşardı. Misafirlerine gümüş tabaklar içinde çok çeşitli yemekleri ikram ettiği halde, kendisi tahta bir tabak içinde sadece et yemeğiyle yetinmiştir. Priskos, Attila'nın diğer hususlarda ölçülü olduğunu itiraf eder. Misafirlerin önüne çok miktarda altın ve gümüş kadehler koymuşlar. Attila ise tahta bir kupa kullanmıştır. Giyimi de tamamen sade imiş ve ancak temizliğiyle dikkati çekermiş. Ne kılıç kayışı ne de barbar biçimindeki çarığının bağı ve hatta atının gemi, diğer '"İskitlerinki" gibi altın, kıymetli taşlar ve kıymetli eşya ile alabildiğine süslenmişti.
Sayfa 103 - Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Yayınları 1982, Atatürkün 100. Doğum Yılına ArmağanKitabı okuyor
Reklam
Türk halkı için NOKTA atışı tespitler =)))
Biz öteden beri «bal tutan parmağını yalar, müşteri velinimetimdir», «at binenin kılıç kuşananın», «borç yiğidin kamçısıdır», «kullan kafayı dön köşeyi» ve «olur abi» gibi ilkeler çerçevesinde teori ve pratik yapan ihsanlarız. Marks'mış, Engels'miş. Adam Smith'miş, milli gelirmiş, arz eğrisiymiş, yok «emisyon hacmi» imiş, böyle şeylerle pek ilgilenmeyiz.
Sayfa 43 - Tekin Yayınevi 8. Baskı 1993
Biz öteden beri «bal tutan parmağını yalar, müşteri velinimetimdir», «at binenin kılıç kuşananın», «borç yiğidin kamçısıdır», «kullan kafayı dön köşeyi» ve «olur abi» gibi ilkeler çerçevesinde teori ve pratik yapan insanlarız. Marks'mış, Engels'miş. Adam Smith'miş, milli gelirmiş, arz eğrisiymiş, yok «emisyon hacmi» imiş, böyle şeylerle pek ilgilenmeyiz. Atalarımız arz ve talep eğrisi üzerine mi at koştur-muşlardır? Viyana'lara kadar «emisyon hacmi» ile mi gidilmiştir?. Biz Karl Marks'ı zamanında yakalasaydık, dev-şirir, yeniçeri ordusuna er yapar, kuffara karşı sefere yollardık. Nerden çıkıyor, proleterya, zincir, burjuvazi, şu bu?
Sayfa 63
Neden efendim, Şemsi Bey’le Hacer Hanım dün gece evlerinde efendi efendi, hanım hanım oturmuşlar, radyo çalmışlar, çocuklarını okşamışlar, sonra yatmışlar, neden onlar dile düşmüyorlar? Çünkü onlar herkes. Herkes onlar gibi. Demek namussuzluk müstesna imiş ki namussuzluk dile düşüyor. “Herkes böyle” deme, küçük hanım. Herkes böyle olsaydı, namusluların hikâyesi dilden dile gezerdi. Onlar müstesna olurdu. Çok şükür, öyle değil. Neden kepaze bir azlık sana cesaret veriyor, örnek oluyor da, bütün o binlerce, yüz binlerce evi dolduran sessiz ve temiz insanları düşünmüyorsun.
Sayfa 289
İnsan; kocaman bir yanılsama imiş, anladım... Hayatımda gösterdiğim en büyük cesaretin karşılığını koskoca bir yanılgı olarak aldım. İnsan; bu dünyadaki en yaralayıcı yaratık!! Böyle yaralar almak istemiyorum, böyle yaralardan tecrübe kazanmak istemiyorum. Çünkü eksilten bir tecrübenin bana hiç bir şey kazandırmayacağını biliyorum. Bana kazandırdığı tek şey yeni yara izleri ve insana karşı güvensizlik hatta korku... Bazı şeyler benim için çok zordu artık imkansız.... 🥀💔
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.