Bireyle Tanışalım
Aklı başında insan, bedenin, zihnin ve ruhun gelişimine dair bilgileri, düşünce ve uygulamaları sağlıklı bir süreç yürüterek içselleştirmiş bireydir. Aklı başında insan, gerçekleri inkar etmez, kendini tanımayı, içinde bulunduğu şartları öğrenmeyi ve öğrendikleri ile doğru davranışlar geliştirmeyi seçer. Aklı başında insan her şeyden önce birey olma cesaretini gösterir. Birey olmak toplumun sağladığı alternatif bilgi ve düşünceler arasında kendisini için doğru seçim yapabilmek demektir. Bireyin düşüncesi kendi sınırlarını bilmesine bağlı olarak daha sağlıklı hale geliyorsa bireyin kendi sınırlarını keşfetmesi hayati önem taşır. Bunun için önce insanı tanımalıyız. İnsan, beden, ruh ve benlikten oluşur. "Kendimizi ve varlığı keşfetmek ve bu keşfe uygun varoluş hayat ilkeleri belirlemek hayatımızın anlamlılığı için gereklidir." O halde iyebiliriz ki insanın, anlamı arayan ve fiziksel gerçeklerin ötesini merak eden bir yanı vardır İnsanın bu yanına "ruh" deriz. Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm Yunus Emre "Eğer fikrini rahatsız etmezsem sana açıkça söylemeliyim ki, insanın varlığı ne ruhtur, ne de sadece beden..." Muhammed İkbal Kendi iyiliğini maddi ve manevi anlamda gözetmesi için ortaya çıkan güce de "benlik " (nefs/ego) diyoruz.
Aaa ben..
İnsan gençken hayata atıldığında karşısında sınırsız seçenek vardır. İstediğiniz şeyi yapabilirsiniz. Tek yapmanız gereken tercih yapmaktır. Oysa gençken insan bunu avantaj gibi görmez, aksine zor bir süreç olarak yaşar. Kendinize “ben kimim?” diye sorarsınız. “Ne olacağım?” Bu sorular üzerinize üzerinize gelirken kendinizi bir hapishanedeymiş gibi hissedersiniz. Üstelik bu soruları sadece siz kendinize sormazsınız. Aileniz ve arkadaşlarınız da bu soruların cevabını bilmek ister. “Peki mezun olduktan sonra ne yapacaksın?” Hem içeriden hem de dışarıdan kendinizi tanımlamanız gerektiğine dair yoğun bir baskı hissedersiniz. Hayatta net bir rolünüz olmadığı sürece amaçsızca sürüklenirsiniz. Uzayda tek başına süzülmek gibi belirsiz ve zor bir durumdur bu. Umutsuzca kimliğinizi bulmaya çalışırsınız ve çözüm olarak bir tane satın almak için harekete geçersiniz.
Reklam
Uygarlık iki ana nehir olarak tarih boyunca kendini İfadeye kavuşturmuştur. Birincisi; kent-sınıf-devlet aygıtlarıyla topumu kıskaca alan anti toplumcu uygarlık iken, ikincisi,; demokratik, ekolojik ve komünal değerleri savunan anti-uygarlıkçı demokratik uygarlık direnişleridir. Tarihte bunun örnekleri cokça görülmektedir. Belki de bu durum tarih kavramini kendisi için de geçerlidir. Sadece yazili belgelerin önem arz ettiği gerçekliğiyle kargi karşıyayız. Oysaki insanlığın oluşum seyri ve yerlesik yaşama geçişine kadar ki süreç insanlık tarihinin yaklaşık %98 'ini oluşturmaktadır. "Uygarlık" olarak belirtilen süreç ise sadece %2'lik kismi oluşturuyorken; bizlerin buna '"tarihimiz budur" diye sahip çıkmamız eksiltili bir yaklaşım olacaktır. Insanlık tarihinin %98'i yazılmamışken, %2'lik kısma sığınmak hatadır.
Hayatın Kırılma Noktası
... Özgüven eksikliğinden mi geliyor küsme, alınganlık? Tabii. Alınganlık şudur: "Senin beni koruman lazımdı,ben sana güveniyordum koruman için ve beni korumadın, bırakıverdin,ortada kaldım." Küsmenin ve alınmanın temeli budur esas itibariyle. Ama sen kendi sınırlarının içerisinde kendini koruyabileceğini fark ettiğin zaman,kişilerin bilerek bilmeyerek yaşadığın süreç içerisinde o sınırları ihlal edebileceğini kabul ediyorsun çünkü kendin de ara ara diğer insanların sınırlarını bilmeyerek ihlal ediyorsun. Fakat, kendi sınırlarının ihlal edildiğinin farkına varmak ve bunun mücadelesini yapmak hiç kimsenin değil, sadece kendi görevin. Onun için "Hey! Sınırlarıma girdin!" diye ikaz etme, alarm verme, ondan sonra set çekme, ne ise adım adım yapacakların, bu "senin" görevin. Ve böyle bir aklın içerisinde olacaksın inancı... Yani küstürülecek duruma gelmeden önce bütün ikazlarını yapıp ona göre tavır almak... Evet. Zaten "küsme" öyle bir... Yani bunun, İngilizce karşılığı bile yok "küsme" nin...
Sayfa 324 - Remzi KitabeviKitabı okudu
O büyük hadisenin ayak sesleri
“Efendimiz (s.a.v.) 35 yaşından itibaren yalnızlığı sevmeye ve insanların içerisinden çekilerek o dağa ve dağın zirvesindeki mağaraya gitmeye başlar... Allah Resulü (s.a.v.) bir varlık sancısı çekiyor... Fakat nereden başlayacağını ne yapacağını bilmiyor... İçinde inanılmaz fırtınalar kopuyor Efendimizin (s.a.v.) ancak bir şey yapmıyor; sadece Hira’ya gidiyor ve orada tefekküre dalıyor, sancı çekiyor. Bu süreç ta 38 yaşına kadar devam ediyor. 38 yaşına geldiğinde yalnızlığı biraz daha sevmeye başlıyor. Bu defa o son iki senenin neredeyse altı ayını Hira’da geçiriyor.”
''İnsanların “üstün” ve “sıradan” olarak ayrılmasının bir hayal ürünü olduğunu bugün kabul etmek bizim için çok kolaydır. Öte yandan insan­ların eşit olması da bir mittir. İnsanlar ne anlamda birbirlerine eşittirler? Hayal gücümüz dışında gerçekten birbirimize eşit olduğumuz nesnel bir gerçeklik var mıdır? İnsanlar biyolojik olarak eşit midirler?
Sayfa 120Kitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.