Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Eğer insan kendisinin üzerinde aşkın bir varlık tanımazsa o varlığın onun üzerindeki tasarrufundan haberdar değilse ve hayatı sadece ölümle biten bir süreç olarak görürse bu büyük teknolojinin güce teslim olur. Çünkü bu nefs-i emmarenin bir zaafıdır. Bu bu zaaf neticesinde insan o güce teslim olur o güçle beraber hayatı domine eder. Ve sonunda makine insana galip gelir nefs-i emmaresine uymayan bir insan aynı aletle kendisine yetecek kadar bir alan açar daha ileriye gitmez.
Sayfa 153Kitabı okudu
Ne kadar ben ;)
Siz kitapları raflara diziyorsunuz ve hepsi bir toplam ediyor, ama bu sadece bir yanılsama. Çeşitli konuları takip ediyoruz ve insan bir süre sonra kendisine çeşitli dünyalar tayin etmiş oluyor; ya da şöyle diyelim, kendisine, elindeki izlerden yola çıkarak, bir seyahat rotası çiziyor. Bu, basit bir iş değil. Sahip olmadığımız bir kitaba yapılan göndermeler karşısında duyduğumuz ilgi sonucu kaynakçalarla tamamlanan bir süreç... Kitapları buluyor ve onların bizi başka bir yere götürmelerine olanak tanıyoruz. Gerçi, çok sınırlı bir okur olduğumu da itiraf etmem gerek. İlla tüm dipnotları okumam, her kavramı anlamam lazım, dolayısıyla bazen sadece tek bir bölümü anlamak için yirmi kitap daha okumam gerekiyor. Bu işe kesinlikle bayılıyorum.” Yüzünde seve seve karşılık verdiğim bir gülümseme belirdi. “Ama ne yazık ki,” dedi, “günde kaç saatimi okumaya ayırabilirim ki? Toplam dört, bilemedin beş saat. Görüyorsunuz işte. Sabah sekizden akşam beşe kadar çalışıyorum. Buraya geleceğim anı bekliyorum çaresizce. ‘İn’ diyelim buraya, siz de uygun görürseniz; inime girmeyi ve akşam yemeği saati olan ona kadar keyifli bir zaman geçirmeyi iple çekiyorum.
Sayfa 38 - Jaguar Kitap
Reklam
Kafede oturan araba kullanan modern insanın Afrika’da zorlu bir süreç yaşayan avcı-toplayıcılardan daha üstün bir zekaya sahip olduğu yönündeki fikirlerimizden kurtulmamız gerek. Avcı-toplayıcılar bu günün kentli insanından çok daha fazla sayıda farklı iş yapmak zorundaydı ve günümüzde erkeklerin beyinlerinin buz devrindekilere oranla 10 da 1 oranında, kadınların beyinlerinin ise %14 oranında küçüldüğü tahmin ediliyor. Avusturalyalı biliminsanı Tim Flannery evcil hayvanların da atalarına göre daha küçük beyne sahip olduklarını söylemektedir ve şunu eklemektedir sonuç olarak karışık beslenen evcil türlerinin tümünün hayatı o kadar kolaylaştı ki beyinleri için daha az enerji kullanıyorlar. Eğer medeniyetin bizi ne kadar çaresiz ve bir şeylere bağımlı bir sürü haline getirdiğine dair bir şüpheniz varsa sadece etrafınızdaki dünyaya bir bakın bu sert bir düşünce olarak görünebilir fakat modern kibirimizi törpülememiz konusunda güzel bir uyarıdır.
mö 2000: din ve yazı
çiftçiler ihtiyaç duyduklarından fazlasını üretebilmeye başlayınca diğer insanların da farklı zanaat ve mesleklerde uzmanlaşabilmesinin önü açıldı. ortaya çıkan ilk mesleklerden biri rahiplikti. ilk uygarlıklarda rahipler çoğunlukla kadındı; Tanrı da ... MÕ 25.000 yıllarından itibaren Güney Rusya bozkırlarından Avustralya'ya kadar dünyanın
Sosyalistlerin tüm bu verme-alma tartışmasında içine düştükleri kritik bir yanılgı, ekonomiyi bir "sıfır toplam oyunu" sanmaları, yani bir adamın kazancının mutlaka diğerinin kaybı anlamına geleceğini varsaymalarıdır. Dikkatlerini sadece "zenginliğin paylaşılması"na teksif etmelerinin sebebi budur. Oysa "yeni zenginlikierin üretilme­si" (veya "pastanın büyütülmesi") diye de bir süreç vardır.
Sayfa 65 - Ufuk YayınlarıKitabı okudu
Tiyatro Sahnelerini Bastım Hatalarımı okuyarak kendimi düzelttim. Sonra zulmün canına okuyacak kıvama getirdi yaşam beni. Başkalarını da düşündüm Onlarında çocukları vardı! Okunması için değil dokunması için yazdım.
Reklam
sonsuzluğu bir sonsuzluğa, erişilmez olanı insan için olanaklı olanın içine sığdırmak için sadece tek bir süreç vardır: Sıkıştırmak. Bütün gücüyle fenomenleri bir araya sıkıştırmak, onları bir süzgeçten geçirmek ve böylece önemsiz olanları bırakıp sadece saf, değerli biçimleri elde etmek ve sonra bu tek tek dağınık biçimleri ellerinin korunda sıkıştırmak; onların o muazzam çeşitliliğini anlaşılır, kavranılır bir sisteme dönüştürmek için çalışıyordu, tıpkı milyarlarca bitkiyi sınırlı kategorilere sokan Linné, sayısız karışımları bir avuç elemente indirgeyen kimyager gibi - işte onun tutkusu budur.
İslam ve Batı
Kültürel etkileşimin bu kadar yoğun yaşanmasına rağmen, teolojik ve siyasi tehdit algısı, Ortaçag Avrupa sı'nın İslâm tasavvurunu pek çok açıdan belirlemiş, bu süreç günümüze kadar uzanmıştır. Rönesans la beraber belirginleşen bir tavrın ilk nüvelerini bu döneme geri götürmek mümkündür. Avrupalılar bir din olarak İslam'ı, bir kültür ve medeniyet olarak İslâm'dan kesin olarak ayırmış; birincisine şiddetle karşı çıkarken ikincisine hayranlıkla bakmış ve ondan etkilenmiştir. Bu ayırım yer yer o kadar keskin bir nitelik kazanmıştır ki İslâm hakkında bölük pörçük bilgiye sahip olan Avrupalılar, İslâm kültür ve medeniyetinin başarılarının İslâm dinine rağmen gerçekleştirildiğine inanmıştır. İslâm filozoflarının etkisine kayıtsız kalamayan Roger Bacon (1214-1294) gibi skolastik düşünürler, Fârâbî ve İbn Sînâ'nın Aslında Hristiyan olduğunu, gizlice vaftiz olduklarını ve sadece Müslümanların şiddetinden emin olmak için kendilerini zâhirde müslüman olarak gösterdiklerini söyleyecektir. Zira Bacon'a göre, Fârâbî ve İbn Sînâ gibi birinci sınıf filozofların, İslâm gibi sapık ve irrasyonel bir dine mensup olması düşünülemezdi. İslâm dini ile İslâm kültürü arasındaki bu zıtlık ilişkisi, Ortaçağ'dan günümüze kadar Batılı İslâm algısını belirlemeye devam edecektir. Böylece İslâm'ın teolojik, siyasî ve kültürel bir tehdit olarak algılanmasının temelleri, iki medeniyetin ilişkiye geçtiği VIII ve IX. yüzyıllarda atılmıştır. Bu yüzyıllar aynı zamanda İslâm ve Bizans toplumlarının sanıldığından daha fazla alışveriş halinde olduğu bir dönemdir.
İslam ve Batı İbrahim Kalın SAYFA 56Kitabı okuyacak
Bizler dışsal uyarıcılara olduğundan daha ziyade, içeriden gelen uyarımlara karşı savunmasızızdır. Dış uyarıcılardan kaçınabilir, uzak durabilir, saklanabiliriz, kaleler inşa edebilir ve zırhlar taşıyabilirız; fakat bu iç somatik uyarılmalardan (innersomatische Reizquelle) kaçamayız. Zihinsel yaşam denilen şey sadece içsel uyarıcılardan değil, bu uyarıcıları kontrol etmek ve onlarla başa çıkmak için çaba sarf etmekten de meydana gelmektedir Zihinsel yaşam, gerilimin seviyesini düşürmek veya sabitlemek için oradadır. Bu zihinsel süreç neye bağlıdır? Uyarıcı özgür enerjiye neden olur. Sorun, zihinsel aygıtı alt etmek üzere tehdit oluşturan enerji miktarını yönetmek ve onu bağlamaktır (bind). Bilinçdışının işleyiş yöntemi olarak adlandırılan birincil süreçler, bu enerjiyi bağlamak yönünde karmakarışık bir çabadır. Birincil yöntemler en başta çocuğun çığlığında duyulur ve genel olarak düşünme, mantık ve zaman kurallarına ve anlamlarına aldırmayarak işleyen bilinçdışının mekanizmaları, yerine koyma (displacement) ve yoğunlaşmadır. İkincil süreçler, anlam üretmek için (örneğin bir çeşit düzenli enerji sağlamak gibi) bilinç sisteminin çabasına dayanır. Bu zihinsel işleyiş gerilimin seviyesini düşürme gayesine fazlasıyla hizmet etmektedir.
Sayfa 612 - Ölümle İlgili Yapılacak Bir Şey. (Sergio Leone'nin "Bir Zamanlar Batıda" Eserine Özel Bir Atıfla Freud ve Lacan'da Travma, Yineleme ve Ölüm İtkisi), Kirsten HyldgaardKitabı okuyor
° İnsanlık elbette ki bugünkü süreçte anlaşıldığı üzere daha iyiye, daha güçlüye ya da daha yükseğe doğru bir evrimde değildir. Bu süreç sadece modern bir fikir, daha doğrusu yanlış bir fikirdir. Bugünün Avrupalısı, değer bakımından Rönesans Avrupalısından çok daha düşük seviyededir. °
Sayfa 11 - Olympia YayınlarıKitabı okudu
Reklam
"Beden ruhtan ayrıldığında, bedenin içselliği olmayan bir parçalar bütünü, ruhun da mesafesiz içsellik mahiyetindeki tarihleri başlar. Bu ikisi, Descartes’ın istediği şekilde net ve birbirinden farklı iki kavram olmuşlardır, böylelikle var olmak kavramı şairlerin genel­likle ona atfettikleri tüm zenginliği yitirmiş ve sadece iki anlam edinmiştir: Buna göre, şey ya da bilinç olarak, bir diğer deyişle rex extensa ya da res cogitans olarak var olunur. Ancak bu ikisi ara­sında düşünen sadece res cogitans olduğundan, akıldan meydana gelmiş bir beden edinilmiştir. Buna göre, beden hayat tarafından yaşanmaz; beden, etten kemikten değil, fikirdendir, anatomiktir, hayat öznesi değildir. Akıl tarafından meydana getirilmiş hayatı yaşamaya mecbur olan beden üçüncü şahsa ait bir süreç demedi: göz, işitme, dokunma, hareket bütünü haline gelir; her bir sürecin kendi organı, kendi nedenleri, kendi özel bir bilimi vardır.” (Umberto Galimberti)
Sayfa 83 - YKY / Çev. Meryem Mine ÇilingiroğluKitabı okudu
Jung Kehf suresi ile ilgili der ki;
"Efsanenin çok eski, İslâmiyet'in peygamberinin ilkel bir zihin yapısına sahip olması nedeniyle, kıssada meydana gelen olaylarla ilgili süreç bilinç alanının dışında işlemiştir; bir dost /ya da iki dostun yaptıkları işlerle ilgili bir gizlem öyküsü halinde sunulmuştur. Bu yüzden birçok şey sadece ima edilmiş, mantıklı bir kurguya yer verilmemiştir. Fakat dönüşümün karanlık, anlaşılması güç arketipi öyle mükemmel bİr şekilde ifade edilmiştir ki, Arap'ın tutkulu dinsel Eros'u bütünüyle tatmin edilebilmiştir. Hızır'ın İslâm mistisizminde önemli bir rol oynamasının sebebi işte budur."
Batı dünyasının ve Akdeniz havzası yedinci ve sekizinci yüzyıllardaki durumunun incelenmesi, yunan plastik sanatlarından tam anlamıyla uzaklaşan ve geriye giden bir eğilimin saptanmasını sağladı. Gerçekten de bu süreç sonunda, insan bireyi ve figür sadece katışıksız bir süsleme öğesine indirgenerek ortadan kalkmıştı. Müslümanlık ise, Akdeniz’in güney ve doğu kıyılarında Kur’an‘ ın öğretisine uygun düşen ve herhangi bir insanın ya da canlının somut olarak tasvir edilmesini yasaklayan bir anlayışı benimseyerek, görüntü ve imgeye düşman bir sanat görüşünü kabul ettirdi. Bizansta da büyük ölçüde Müslümanlığın etkisiyle ikona kırıcılılığa yönelen akım görüntü ve imgeler tapınmanın putperestlik olduğunu ileri sürerek yasakladı ve kutsal kişilerin portrelerinin yapılmasını engelledi. Batıda da süsleme sanatı eğilimi, dinsel sanat alanındaki bazı somut tasvirler karşısında ağır bastı. Ne var ki, dinsel yanı ağır basan bir sanat anlayışının tüm alanlara yayılmasının beklendiği bir anda, hem doğuda, hem batıda figür, hem form, hem de şekil bakımından yeniden değer kazanıp ağır basmaya başladı. Dokuzuncu yüzyılda çıkan kültür hareketleri, sanatı, klasik sanat anlayışı doğrultusuna sokmaya yöneltti. Bütün bu olup bitenler Bizans’ın doğu etkisinden çıkıp, yunan sanat anlayışına yönelmesi sonucunu doğurdu
Sayfa 137Kitabı okudu
Başlamanın önemi üzerine birkaç not. Başlamak ilk adımı imlemez yalnızca. Her şey rüşeym hâlinde başlangıçtadır: Gidişat ve vargı bir imkân olarak başlangıçta dürülüdür. Başlangıcın itkisiyle bir şey açılmaya başlar. Kendi başına, başlı başına bir serimleme, bir açımlama |imkânı)dır başlangıç. Başlangıç sadece işin başında olan değildir; ama bizzat işin başıdır başlangıç. İş sanki başlangıçta rüşeym hâlinde toplaşıktır; inzal ve menzil onda dürülüdür. Bir kere başlayınca artık terk edilen bir şey değildir başlangıç. Biz yürüdükçe kendini açar o. Biz yürüdükçe anlamlaşır, biz yürüdükçe anlamlanır başlangıç. Bu anlamda sürecin çıkış noktası değildir başlangıç. O, sürecin yüreğidir. Sanki süreç sürdükçe o, yüreğe doğru yol alır. Ve sanki süreç başlangıca doğru yol alıştır.
Okul, yerleşik düzenin kendi varlığını bireyin varlığı yerine ikame ettirme sürecini çocuğa ailesinin rızasıyla işleyen sayısız fiziksel, zihinsel ve psikolojik istismar biçiminden sadece biri. Bu süreç sonunda her birimiz, dev bir çarkın uzantısına dönüşüyor, bu dev çarkla birlikte hareket ediyor, çarktan ayrı, yani gerçek bir varoluşumuz olmadığının ayırdığına bile varamıyoruz.
Sayfa 91
1.378 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.