insan doğar. on-on beş yıl sonra dünyanın nasıl bir tezgah olduğunu ve doğumla ölüm arasına nasıl hapsedildiğini fark eder. bu aslında bir histir, bilgi değil. ve ilk tepkisini verir. avazı çıktığı kadar bağırarak. bu çığlık, bir kalabalığın içinde cüzdanını çaldırdığını fark eden kişinin çaresiz haykırışına benzer. önce, aşağılayan ve umursamaz
Belediye gelmeden 5 dakika önce.
c. Üçüncü Şıkkın İmkânsızlığı Üçüncü şıkkın imkânsızlığı prensibi, çelişmezlik ilkesinin ileri aşamasıdır. Çünkü özdeşlik ilkesinden sonra yani bir şeyin ancak kendisine özdeş olabileceğini ortaya koyduktan sonra çelişmezlik ilkesi bağlamından bir şeyin hem kendisi hem de kendisinin dışında bir şey olmasının imkânsızlığı ortaya konur. Üçüncü şıkkın imkânsızlığı prensi çelişmezlik ilkesi ile ortaya konan iki alternatiften birini tercih etmemizi gerekli kılar. Çünkü aynı zaman ve şartlarda bir şey hem kendisi hem de kendisi olmayan olmaz, ya kendisidir ya da kendisi değildir. Bir örnek vermek gerekirse aynı zaman ve şartlarda hem gece hem de gündüz olmaz ya gece ya da gündüzdür. Üçüncü bir ihtimal yoktur. Bu prensibi Aristoteles, şöyle formüle etmektedir: Bir şey ya, vardır ya yoktur, bunun ortası olmaz. Başka bir ifade ile iki çelişik ifadeden biri doğru ise öteki zorunlu olarak yanlıştır, ikisi arasında üçüncü bir durum sözkonusu değildir.
Sayfa 17 - Aristoteles, Metafizik, C. I, s, 232; Organon-II (Önerme), (Çev. H. Ragip Atademir), İstanbul 1989, s. 14.
Reklam
Giyinişinde bayağılıkla, özenin birbiriyle bağdaşmayan bir karışımı vardı. Böyle giyinmeyi tercih eden kişilerde, bayağı olan şeyler acayip yaşayışı, duygulardaki karmaşayı, sanat kaygısını, biraz da toplum kurallarını küçümsemeyi temsil eder. Öyle ki bu da insanı ya büyüler ya da kızdırır.
Hayat Boyunca Bir Meslekte Kalmak
Saygı gören bir profesyonel çalışan olmak harika bir şey olsa da, insan birçok başka disipline ait fikirleri, dili ve metotları anlayamadığı sürece tek bir meslek dalındaki bilgisiyle tutunabilmesi mümkün değil artık. Uzmanlaşma, yetenek ve bilgi açısından sayısız gelişmenin sebebi oldu, ancak artık yalnızca fazla dozda bürokratik ilaç kullanımının yarattığı baş dönmesinden kaçabildiğinde ve diğer uzmanlık alanlarından gelen görünürde bağlantısız ziyaretçiler tarafından tohumları atıldığında meyve verebiliyor. Bir insanın tek bir kariyere uygun olduğunu düşünmek, her insanın bir sosyal sınıfa ait olduğunu veya önceden belirlenmiş bir kaderi yaşadığını söyleyen daha eski gelenekleri andırıyor fazlasıyla. Ve iş hayatı kullanmaya devam ettiği askeri idealleri bir gün aşabilir belki de, kazanımlarını yalnızca fethedilen bölgelerle, alt edilen rakiplerle ve eve getirilen ganimetle ölçmeyi bırakabilir. Özel hayatla da bu kadar muğlak bir ilişki içinde olmak zorunda değil. Neyin arzu etmeye değer olduğunu, neyin olmadığını saptayan gastronominin çağrışımlarını tercih edebilir örneğin, alışılmadık tatları takdir edebilir, geçmişten miras kalmış önyargıları ortadan kaldırabilir.
Sayfa 319-320
Senin gibilere çok ihtiyacımız var Bilge Kral
Dürüst fakat daha az kabiliyetli ve dürüst olmayan ve çok kabiliyetli ikileminde dürüst insanları tercih etmenizi tavsiye ediyorum. Elbette mümkünse hem dürüst hem de çok kabiliyetli insanlar seçmeniz idealidir ancak tek bir şahsiyette hem dürüstlüğün hem kabiliyetin toplanması az rastlanan, neredeyse şans oyunu gibi bir durumdur. Özellikle, halkımızın diliyle "on yedi boya ile boyanmış" olanlardan, mevkileri, daireleri bölüştürenlerden, çocuklarını diplomatik temsilciliklere itenlerden, oralara gitmek için birbirlerini ezenlerden ya da şu veya bu şekilde kendini orada bulanlardan, mark ve doların parmaklarına çok kolay yapıştığı insanlardan uzak durun.
Sayfa 117
İnsanlar ölümün huzurunda bile eşit olamayacak kadar uzaklar aslında birbirine. Sözgelimi ölüm emri verilen kişi siyasi bir mahkumsa, onu yağlı bir kementle boğuyor ve başını şifre denilen bir usturayla bedeninden ayırıveriyoruz. Son nefesinden sonra tabi. Çünkü devlet erkanından olanın kanını akıtmak dinen uygun değildir. Eğer kellesini aldığımız adam vezir-i azam yahut yüksek dereceli bir memursa onun başını gümüş bir tepsinin içine koyup sarayın orta kapısı diye tabir ettiğimiz noktada bulunan mermer sütunun yanına bırakıyoruz. Yok eğer saray ahalisinde pek de hatırı sayılır bir mevkiye sahip değilse o vakit kellenin teşhiri için tahtadan yapılmış asit bir tepsiyi tercih ediyor, yahut doğrudan yerin üzerine atıyoruz. Ancak daha önceden sabıkası bulunan hırsızlar ve özellikle fecir vakti soygun yapanlar için biçilen cezalar daha ağır oluyor. Çoğu zaman bu kimseleri soygun yaptıkları ev ya da dükkanın önüne götürüp orda idam ediyoruz. Vahşi bir hayvan gibi sergiliyoruz onları asıldıkları çengellerin ucunda. Lakin en beteri de katiller, çünkü cana kastetmiş insanları doğrudan öldürmek diye birşey yazmıyor cellatların kitabında. Evvela güzel bir işkenceden geçirmek gerekiyor. Askerleri öldürmek içinse daha başka bir yöntem kullanıyoruz. Askerlikle ilgili alametler söküldükten sonra da bağlayıp boğaza atıyoruz. Çünkü onların cesetleri geride kalmamalı diyor hünkarımız.
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.