Birinin canı yandığında aldığın hazla mutlu oluyorsan, o canını sana verene inanmayı bırak.
Hiçbir inanışta yoktu can yakmak..
Habil ile Kabil ile başladı can almak.
Dinleyin beni ey Tanrının yükü ağır, gücü kıt kulları! Evvelâ siz analar, hey analar analar, ayağınızı denk alın! Diktiğiniz kabaklar karılarda patlıyor. Hatır kırmak, can yakmak, yürek deşmek... Oğullarınız bunu sizde dener, karılarında olgunluğa erdirir, öyle değil mi? Zinhar evlâtlarınızı zâlimlik derecesine vardıracak kadar sevip şirâzeden çıkartmayın. Sonra siz ey kızlar, kadınlar!.. Billûr sarayda, dünyanın çirkin meşakkatlerinden uzak, altın toplarla oynarken, günü gelir yolunuz dışarı düşer, ere gider olursunuz. Erkeğinizin özlenip okşanan sevgilisi kalmak isterseniz ona itaat edeceksiniz, onu deşip kusurlarını görmeye kalmayacaksınız, alargadan tapınacaksınız. Yedi peçesine el sürmeyeceksiniz mümkünse yedi tâne de siz üstüne koyun. Aksi hareket ederseniz, nikâbın altından onun kat kat kusurları belirdikçe o, mâbudluk mihrabından yuvarlanır. Mâbûdunuz olmaktan kaldığı gün artık ne o size er olur, ne de siz ona karı... O zaman dünyayı baştan başa dolanıp derde devâ aramak gerek. Yedi iklimin ilmini yutsanız felek çarkı dönüşünü değiştirecek yararlıklar gösterseniz çâresi yoktur.
"Hayat bu muydu? Hiçbir anlamı olmayan kısacık bir şey? Sadece hayat can yakardı. Ölümde acı yoktu. Ölüm uyumaktı. Ölüm huzurdu. O zaman niye ölümü kabullenemiyordu?"
Bugünden bakınca, bir avuç gencin bu şekilde yola çıkması macera gibi gözüküyor. Ama Türkiye'nin geldiği şartlar, dönemin kıyıma uğrayan gençliğini bu noktalara yöneltmiş oldu. Daha normal koşullar olsaydı, belki de silahlı mücadele yöntemleri benimsenmezdi. Deniz abimin de ilk eylemlere başladığında böyle bir amacı yoktu, demokratik yollarla protestosunu yapmak
istiyordu. Ama sürekli önüne duvarlar konuldu. Bu gençler çok zeki insanlardı, daha eylemlere başlarken, sonlarının ne olacağını biliyorlardı.
Abim o günlerde bir sohbette, "Darbeden sonra herkesin bir koğuşu olacak ama bizim olmayacak; çünkü biz ölmüş olacağız," demişti.
Gerçekten bilerek ölüme gittiler.
Bir kıvılcım yakmak, ileriye dönük bir ışık olmak için...
Hayat bu muydu?Hiçbir anlamı olmayan kısacık bir şey?Sadece hayat can yakardı.Ölümde acı yoktu.Ölüm uyumaktı.Ölüm huzurdu.O zaman niye ölümü kabullenmiyordu?
''Kuzey'in kuralı asla tek başına yolculuğa çıkma.''
Kuzeyde soğuk,tunda iklimin esir aldığı Alaska topraklarında amansızca hayatta kalma hikayelerinin en esrarengiz üç hikayeyin ''Ateşi Yakmak'' başlığında paylaşılan ve üçüncü bir hikaye ''Yaşama Azmi'' eserler zamanında
Jack London'ın intihal ile başını ağrıtmıştır.Ama daha sonra eserlerin dönemin eserlerinden alıntı olmadığı tamamen kendine özgü,gerçek hikayelere dayandığı ortaya çıkmıştır.Eser insanoğlunun yabani doğada hayatta kalmak için yaşam mücadelesinin iliklerine kadar hissettirdiği,aslında doğa can alıp,can verdiği güçlü bir döngünün baş denetleyicisidir.Eser Kuzey topraklarında uzayın soğukluğunu hissettiğimiz,gurup tan sürelerinde güneşin yüce kudretine muhtaç olarak hayatımızın idame ettiriliği eşsiz anlar yaşatıyor.
Yazarımızın eserinde anlattıı Kuzey topraklarında gençliğinde Klondike bölgesinde yaşamıştır.Kaliforniada yaşadığı yaşamdan bambaşka hayatın kendi elleri ile idame ettirdiği bir yabancı olarak Kuzey topraklarında vahşi doğada yaşamıştır. Bize adım adım dereler,vadiler,denizler gezdirir. Yörenin yerli insanları ile geçirdiği zamanla bölge cografyasına hakim olup eserlerinde ince ince işlemiştir.
Yazgısı onu çok zorluyordu.Ama adam,tam da ölüm anında ölmeyi reddetti.Belkide büyük bir çılgınlıktı bu fakat Ölümün pençesindeyken Ecele kafa tuttu,can vermeye itiraz etti.