Hayatımdaki o alanda hiçbir şey kalmadı, bomboş duruyor, belki de bu sebepten tekrar aşık olmamın zamanı gelmiştir. Yaşamımın bir merkezi, düşüncelerimin dönüp dinlenebileceği bir yer olduğunu hissetmem gerekiyor.
Ya mutlu olmamın önündeki engel kendimsem? Sebebi korkuyor olmam, kendime gönlümce acımayı tercih etmem, güzel şeyleri hak ettiğime inanmamam veya başka bir şey olabilir. Başıma güzel bir şey geldiği zaman kendimi hep şunu düşünürken buluyorum: bakalım bu kez işler ne zaman kötüye gidecek? Hani neredeyse en kötü ihtimal her neyse bekletmeden gerçekleşsin, geç olacağına erkenden olsun, mümkünse hemen olsun ki en azından bu konuda artık kaygılanmayayım istiyorum.
She starts explaining how Jack has this friend who would supposedly be “perfect” for me. I think that is unlikely unless he is entirely mute, blind, or deaf. Or all three.
“And who are you, Victoria Spring?”
I can’t think of anything to say because that is what my answer would be, really. Nothing. I am a vacuum. I am void. I am nothing.
Hiçbir zaman anı, bu anı, şu dakikayı yaşayamamıştım. Bu anın var olduğunu bile kavrayamamıştım. Ve şimdi göğsüme elektrik verilmiş gibi farkına vardım.
Göğün bir parçası olmadan önce.
Bu an.
Sahip olduğunuz tek şey.
Ona burada durup yıllar içinde nasıl Oscarlık bir aktriste dönüştüğümü, gerçekten normal olduğum konusunda kendimi bile kandıracak kadar yetenekli olduğumu anlatsam anlar mıydı?
Sanki yalnızca göz teması kurarak onu ikna edebilirmiş gibi öne doğru eğildi. Ancak yaptığı tek şey Juliet'e siyah saçlarındaki pomat birikintisini dağıtamamış olduğunu göstermekti.