Bir acıdır çoğu kez, evrene sunulan yaratıcı çığlık; zorlanmamış kapı, saf mürekkep, henüz sökülmemiş yazı.
Zamansa kurşun kalemle karalanmış bir boşluk; delinmiş ıssızlık, baharın ortasında çöreklenmiş kış ayazı.
Bitiriyorum burada
Boğazımda patlamamış bir çığlık
Bağırmak, ağlamak yok artık
Uzun bir şiirin dizelerini bir bir yaşadım
Uzun bir şiir oldu hayatım
Ben niye kimselerin ağlamadığı yerlerde ağladım?
Kopardığım çiçeklerden niye hep kan fışkırdı?
Ben sokağa çıktığımda kapılar kapanır,
Anneler içeri çekerlerdi çocuklarını
Irmak aktı denize, yaprak toprağa düştü
Bana çakıl taşları, bana kuru dallar kaldı.
Bitiriyorum burada.
Artık hiçbir şey sorma.
Yağmurlar yağacak uzun
Yağmurlar ince
Dünya, bir alıcı kuş gibi
Üstüme çökünce
Ne bir sözcük kalacak,
Ne de bir çığlık...
Yine de gülsün isterim
Şu pencerelerde
Sokağı seyreden çocuk;
Gülsün artık!
İş çıkışı. Geç saatlere kadar mesaiye kalmışsın. Şimdi de otobüsten inmiş, yürümeye başlıyorsun eve doğru. Diğer günlerin tıpkısı bir gün daha bitti. Sabah erkenden aynı şeyleri yaşamak için erkenden de uyuman lazım tekrar. Ne hoş bir hayat!
İşlek bir cadde. Önünden gelen geçen, yaşlı genç, kadın erkek, güzel çirkin, mutlu üzgün, gülen somurtan,
İngilizce derslerinde, ingilizce öğrenelim diye okuttukları bir hikâye, birden sıradan bir İngilizce dersinin sıradan bir hikâyesi olmaktan çıktı, ürkütücü bir kehanet gibi dikildi karşımıza.
Bu bir İrlanda hikâyesi.
Hani şu yıllarca İngilizlerle boğuştuktan sonra tam da anlaşma yaptıkları sırada, yararsız olduğunu yıllarca sonra anlayacakları bir