Köprücük kemiğinin üzerinde parmaklarımı gezdirdim sonra... Bir yandan beni anlamadığını
söyledim, bir yandan sevmeye devam ettim. Sustum sonra, anlamasını istedim sevgimi. Uzaklaştım,
duymasın istedim bendeki onu. Nerede olduğumu ben bile bilmek istemedim. Nerede olduğumdan
haberi olsun istemedim. Köprücük kemiğine bir veda idi benimkisi... Gözyaşları oraya kadar akmıştı,
ıslaktı boynu ve harf harf okunuyordu gözlerinden aşkı.
Git dedi inadına. Çok sevdiğimi, kıyamadığımı, gitmeyi istemediğimi bilirdi oysa. Birinin
acımasız olması gerekiyor bazen. Birinin yolu açması gerekiyor. Yolu açan oydu, gitmesem olmaz mı
der gibi baktım gözlerine. Olmaz, dedi gözleriyle. Belki de haklıydı olmaz derken. Baktım dudaklarına konuşmak ister gibiydi. Gidişimi seyredecek hali yoktu, birkaç cümle söyleyecekti
mutlaka. Ağır attım adımlarımı, kapıya yaklaşırken ona uzaklaşmak sanki dünyadaki tek derdimdi.
İnsan ne pahasına olursa olsun kalmalı bazen...
Ben beceremedim kalmayı, git lafına alerjim vardı belki. Tam olarak bilmiyorum ama acıydı o laf,
öyle sevilecek bir şey değildi. Bana gitmek yakışırdı, bir de mavi. Mavi gerçekten yakışırdı bana,
ona da yakışırdı. Sanki mavi mavi giyinip gökyüzüne karışmak için doğmuştuk. Ayırdı bizi, benim
yerim gökyüzü değilmiş demek ki.
Bak dedim, ben seni seviyorum...