Daha iyi bir ad bulamadığımdan, "rüzgarlara kapılmış ruh" adını verdiğim bir şey var şu yüz kemikli ve dokuz delikli kabım içre, en hafif esintiyle bile darmadağın olup savrulan incecik bir tül gibi bir şey. Şiir yazmaya yöneltti bu şey beni yıllar önce.
1955 yılında Budapeşte'deki Kent Radyo'sunda bir konuşma yapan Nazım Hikmet, çok seyahat ettiğini söyler. Bunun üzerine şaire sorarlar: "Acaba bu sık seyahatleriniz sırasında yanınızda bulundurduğunuz kitaplar nelerdir?"
Nazım'ın yanıtı çok açıktır: "Şimdi size söyleyeyim. Mesela benim bavulumda neler var. Bir defa
Aslında biz, (Biz! Uzun süredir)
hep kargaların gelmesinş beklemekteyiz.
Kentin, çürümüş etlerini... özenle didikleyecekler...
Sonra, bembeyaz kemikler bırakıp
neşeli bir güneşin avuçlarına,
çok sesli kaos şarkılarıyla
kargalar, göçüp gidecekler
başka mezarlıklara doğru
giderek tutuşmaya başlayan gökyüzünün altında.
Deliksiz uyunur, ilk kez böyle gecelerde
Ve ilk iş sabah kahvaltıdan önce
bu kemiklerden beş delikli kavallar yapılır...
dansetmek için yamaçlarında yeni bir dünyanın.
Ve işte, o zmaan kırlangıçlar, puhu kuşları ve serçeler
kim bilir, belki de geri dönerler
Su içerken elimi gördüm
Pembe delikli usulca tüylü
Dedim ki merhaba merhaba elim
Böyle kadeh tut çatal tut kalem tut
Sırası geldi mi sakınma
Kılıç tut tüfek tut
Dayan yiğidim aslanım güzelim
Su içerken elimi gördüm
Sessiz sedasız insanca kuru
Sanki Ahmed’in Mehmed’in eli
Merhaba dedim merhaba
Merhaba çalışan eller
Dedim ki elektrik sizinle yanar
Sizinle yürür tiren
Sizsiniz dağlan devirip
Barajlara suyu getiren
Donatan dünyayı bir uçtan bir uca
Dedim ki tarlalar sizinle yeşil
İnsan sizinle yüce
Şu karşıdaki delikli kutuya ev derler
İnsan oğulları burada yer burada içer
Ve daha tuhaf tuhaf işler görürler.
Bunların çoğu ayıp şeylerdir söylenmez Evlerimizin üstü kapalıdır.
Ve bütün şairler gökyüzüne pencereden bakarlar Halbuki kuş yuvalarının üstü açıktır.
Ve kuşlar şiir yazmazlar.
1955 yılında Budapeşte'deki Kent Radyo'sunda bir konuşma yapan Nâzım Hikmet, çok seyahat ettiğini söyler... Bunun üzerine şaire sorarlar:
"Acaba bu sık seyahatleriniz sırasında yanınızda bulundurduğunuz kitaplar nelerdir?"
Nazım'ın yanıtı çok açıktır:
"Şimdi size söyleyeyim... Mesela benim bavulumda neler var... Bir defa tabii Orhan Veli var... Öyle sanıyorum ki Orhan Veli bizim en güzel şairlerimizden biri... Çok genç öldü, yazık oldu ama, ölümsüz..."
Konuşma ilerleyince Nazım'dan birkaç Orhan Veli şiiri okumasını isterler... İlk olarak 'çok sevdiğini' vurguladığı Sere Serpe'yi okur... Şiiri bitince şu yorumu yapar:
"Ne güzel Türkçe, sonra nasıl İstanbul, nasıl İstanbul kızı..." Sonra Delikli Şiir, Vatan İçin ve Cevap'ı okur... Son olarak "bir tane daha okuyayım...
Doyum olmuyor ki..." der ve Gelirli Şiir'i okur...
Sayfa 18 - Ayna Yayınevi, Basım Yılı 2001Kitabı okudu
Sevdiğim yaz geldi yine
Karıncalar ve sineklerle çıktık yeryüzüne
Barbunla lüferle marulla zeytinle
Uzaklarda kaldı nisanları basan sis, bun, yağmur
Karadeniz'de bir mavi, çocuklar sevinsin diye
Şairler sevinsin diye sevdiğim, yaz geldi yine
Altmış sekizdeyiz. Kırkı ve elliyi gördük.
Altmışın içinde yaşadık, suç işledik
Bildiriler. Beş
Ancak,
Bugün de delikli pabucumu sürüyüp
Sallana sallana arka sokaklarda
Yavru balık gibi dolaşan benim
Kanadım da şarkım da yok diye mi
İçim daralıyor