Oyunun öğretisi hakkında en net ve doğru çıkarımının Trofimov'un on yedi yaşındaki Anya'ya öğüdü olduğunu düşünüyorum;
" Bir düşünün Anya, sizin dedeniz, dedenizin dedesi, tüm atalarınız da köle sahibi derebeyleriydiler. Şimdi soruyorum size, bahçenizdeki her bir vişneden, her bir yapraktan, her bir ağaç gövdesinden size insanların baktığını hissetmiyor musunuz; seslerini duymuyor musunuz onların... Hepinizi, bugün yaşamakta olanlarınızı ve daha önce yaşamış atalarınızı, canlı insanların mülkiyetine sahip olmak çarpıklaştırdı... Ve böylece, anneniz, siz ve dayınız, başkalarının hesabına, borç karşılığında, kapınızın eşiğinden bile içeri sokmadığınız başka insanların sırtından yaşadığınızın farkında değilsiniz... En azından iki yüz yıl kadar geri kaldık. Henüz hiçbir şeyimiz yok. Geçmişe yönelik belirli bir görüşümüz yok. Sadece felsefe yapıyor, tasadan yakınıyor ya da kafayı çekip duruyoruz. Çok açık bir şey ki, bugünü yaşamak için önce geçmişin kefaretini ödememiz, onun hesabını görmemiz gerekir. Bu kefaret de ancak acı çekerek, olağanüstü, sürekli bir emekle ödenir. Anlayın bunu Anya. "
On yedinci yaşımın son gününde okuduğum bu oyunda beni etkileyecek bir çok yön buluyorum. Anton Çehov, bir kez bile okuduysanız, başka bir kitabını habersiz okuduğunuzda yazarının Çehov olduğunu anlayacağınız bir tarza sahip ve ben bu çizgiyi bozmayan, derinliği de sadeliğe rağmen kaybetmeyen anlatımı çok seviyorum. Ve yine Trofimov'un öğütlediği gibi, cebinizde çiftliğin bir anahtarı varsa, çıkarıp kuyuya atın onu ve alıp başınızı gidin. Rüzgar gibi özgür olun.