Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ahmet Y

Ağzının bir kıvrımından cesaret bularak...
Bir insan yüzünün en mânalı bir âlem olduğunu, ben o geceye kadar anlayamamıştım. Hayat dediğimiz o girift oyunun, aktörlerini bu kadar kuvvetle benimseyeceğini, onların her hâl ve tavrına kendi akışının damgasını bu kadar kuvvetle vuracağını hiç düşünmemiştim. Yüz buruşuğunun, göz altındaki herhangi bir çizginin, dudak kenarındaki bir kıvrımın, ne bileyim, konuşmadan evvelki bir saniyelik bir tereddüdün, küçük bir el işaretinin, mânasız ve ehemmiyetsiz bir bakışın, bir gülüşün, bir omuz düşüklüğünün bütün bir ömrü en ince, en karışık, en nüfuz edilmez taraflarından anlatacak birer emare, birer işaret olduğunu hiç düşündünüz mü?
Sayfa 81 - Dergah Yayınları
Reklam
Tıptan üstün ilim olmadığına, doktorların üstün insanlığına, tıpla ilgili geleneklere yüzde yüz inanmış bir adamla tartışabilir misiniz? Halbuki doktorluğun hiç de parlak olmayan geçmişinden bugüne şu beyaz kravat geleneğinden başka ne kalmıştır...
Sayfa 19 - Can Yayınlar, çev:Nihal Yalaza TaluyKitabı okudu
Geçmiş Zaman Elbiseleri
Çünkü benim hayatımda, bütün iradesizlerde olduğu gibi, tesadüflerin korkunç bir rolü vardır.
Sayfa 53 - Dergah Yayınları, 15. Baskı

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Abdullah bir mistikti. Allahsız bir mistik. Aşk bu mistikliğin gayesi olmuştu. Fakat Abdullah, aşkı o kadar idaelleştirmişti ki, realitedeki manzarasına tahammül edemiyordu... O, istikrah yılanının topuğundan ölesiye ısırdığı adamdı.
Sayfa 37 - Dergah Yayınları, 15. baskı
Doru mu bu?
Deha, hiçbir kadının sıkıntılarını tek başına paylaşmak istemeyeceği kronik bir ateşli hastalığa benzer.
Sayfa 88 - İş Bankası
Reklam
Son yıllardaki ruh halim :)
Bugün yapacağımız tek şey kendimizle dalga geçmek. Alay can çekişen toplumların edebiyat tarzıdır...
Sayfa 15 - önsöz
MUTLAK OLARAK DİŞİL
Bir anlamda, Marguerite Duras'ın metninden doğrudan söz etmem gerekirken bunu yapmadığım gözden kaçmamalı. Metne daha az ihanet etmeye çalıştığımda, narinliğiyle, kendisinden istenecek her şeyi sonsuza dek kabul etmeye hazırmış gibi her zaman orada olan genç kadının tuhaflığıyla karşılaşıyorum tekrar. Ama, bunu yazar yazmaz ayrıntıları belirtmek
Aralarında elbette bir ilişki vardır: Onun açısından, bir tür arzu -arzusuz arzu, çünkü erkek onunla birleşebilir; ve daha ziyade veya özellikle bir bilme arzusudur bu, her yaklaşımdan kaçan şeye yakınlaşma, onu olduğu gibi görme denemesidir, ama yine de erkek kadını görmez; onu asla görmediğini hisseder ( bu anlamda, kadın erkek için Beatrice'in karşıtıdır; çünkü Beatrice kendisine ilişkin sahip olduğumuz görüntüde, Mutlak olan'dan -Tanrı, theos, teori, görülecek olanın son aşaması-ayırt edilemeyen mutlak görünürlükten yıldırım hızındaki fiziksel bakışa kadar, bütün bakışlar dizisini kapsayan görüntüdeki her şeydir çünkü) -ve, aynı zamanda, kadın erkekte asla tiksinti yaratmaz, sadece, erkek mütemadiyen gözyaşlarına çağrı yaptıkça, bir ilgisizlik iliş­kisi değil görünüşte belli bir duyarsızlık ilişkisi esinler
Sayfa 71 - Ayrıntı Yayınları, 1. BaskıKitabı okudu
ACEPHALE CEMAATİ ve "ECİNNİLER"deki dramatik olayşlar dizisi
"Acephale" kendi gizemine bağlı kaldı. "Acephale"e katılanlar bu cematte yer aldıklarından emin değildirler. Cemaat hakkında konuşmadılar, veya sözlerinin mirasçıları hala sıkı sıkıya bağlı kalınan bir ihtiyatla davranırlar. Yazmış olanları çok uzun süre sonra bile hala allak bullak eden birkaç cümle hariç, bu isim altında yayımlanan metinlerden cemaatin kapsamı ortaya çıkmaz. Cemaatin her bir üyesi sadece tüm cemaat olmakla kalmaz, aynı zamanda, bütünlüklü olarak var olma amacı gütmelerine rağmen zorunlu sonuçları zaten daha baştan içine düşmüş oldukları hiçlik olan varlıklar toplamının şiddetli, uyumsuz, parçalanmış, güçsüz cisimleş­mesidir. Her üye, ilişki haline gelinceye kadar kopmak için doğrulanmak ihtiyacı duyan ayrılığın mutlaklığı yoluyla grup oluşturur; bu ilişki, her türlü ilişkiyi dışlayan öteki mut-laklada mutlak ilişki ise paradoksal, hatta çılgıncadır. Nihayet -bu ayrılığı anlamlandıran-"sırrı" ancak ölerek ölümü verebilecek olandan ölümü kabul etmeye hazır, rıza gösteren bir kurbanın kurban edilmesinin gerçekleşeceği ormanda doğrudan aramamak gerekir. Akla hemen Ecinniler ve dramatik olaylar örgüsü gelir, bu olaylar boyunca, fesat grubu, aralarındaki bağları güçlendirmek için, bir kişi tarafından iş­lenen cinayetin sorumluluğu herkes için ortak olan ve herkesin bir olarak kaynaşacağı devrimci bir amacın ardından koşarak egolarını koruyan herkesi birbirine bağlamaya yönelmişti. Herhangi bir baskıcı düzeni yıkmak için değil, yı­kımı başka bir baskı düzenine yöneltmek için uygulanmış bir kurban etme parodisi.
Sayfa 24 - Ayrıntı Yayınları, 1. Basım, 1997, Çeviren: Işık ErgüdenKitabı okudu
Dünün ve bugünün kısa özeti
Yetersizlik, yetersizliğe son verecek olan şeyi değil, daha ziyade, daldurdukça derinleşen eksikteki aşırılığı arar. Hiç kuş­kusuz, yetersizlik, konumuyla beni tehlikeye atmaya muktedir tek şey olan bir başkasına (veya ötekine) daima maruz kalma demek olan anlaşmazlığa -bu anlaşmazlık benden kaynaklansa bile çağrı yapar. İnsanın varoluşu kendini kökten ve sürekli biçimde sorun konusu eden bir varoluş ise, insan varoluşunu aşan bu imkanı sadece kendinden öğ­renemez, yoksa sorulan soruda her zaman bir eksik olacaktır (hiç kuşku yok ki özeleştiri ötekinin eleştirisini reddetmekten başka bir şey değildir, yetersizlik hakkını kendine saklayarak kendine yetmenin bir biçimidir, kendi önünde eğilmeyle kendini aşırı derecede Yükseltmektir.)
Reklam
Hakikat abartılıdır
Tanpınar, “her sanatkârda bir melek hali vardır” der Huzur’da. Ama aslında belki de “olmalıdır” demek ister. Kendine ait bir cümle kurmak çoğu zaman toplumsal olandan belli bir mesafeyi gerektirir. Üstelik çok güçlü bir hakikat duygusu gerekir. Yazarı melekleştiren işte bu hakikat duygusudur. Hakikate temas edebilmek için mümkün olduğunca saflaşmak gerekir. Her iki anlamda da.Abartılı bulabilirsiniz bu ifademi ama hakikat abartılıdır zaten. Abartmadan hakikatten söz edilemez. “Truth” kavramını Türkçeye ısrarla “gerçek” ya da “gerçeklik” diye çevirmek de aslında tipik bir modernleşme sendromudur.
Sayfa 38 - Kadim YayınlarıKitabı okudu
Bir trajedinin yazarı "Tanpınar"
İnsanlar yeterince güçlü bir değerler sistemi üretemediklerinde bayağılaşırlar. Kalıplaşmış değerlere sığınırlar. Görgüsüzleşirler. Batılı kendi geleneksel içkisini içiyor mesela, onun terk etmesi gerekmiyor modern olması için. Her şeyin bu kadar hızlı değişebilmesi derin olmayan yaşama kültürümüzden kaynaklanıyor. Batılı bireyin oturmuş tercihleri bir İstanbulludan üç-dört kat daha kurumsallaşmıştır. Ama o bunları gerçekleştirirken kendisini muhafazakâr hissetmez. Aslında burjuva olmak sanıldığı kadar kolay değildir. Bütün modernleşmeler trajiktir. Sürekli kendisi olmak ile başkası olmak arasında radikal seçimler yapma durumunda kalmak Bizim modern olmamız için başka tür bir takvim ve başka bir tür şapkaya ihtiyacımız olmuştur. Batılı böyle bir trajediyi yaşamamıştır. Bu ülkenin modernleşmesi bir tür kendimiz olmaktan utanmanın hikâyesidir. Bu gerçekten trajik bir meseledir. Bu nedenle bizim memleketin modernleşmesinin biliminden çok sanatı yapılır. Tanpınar da bunun piridir bence. Çünkü bunu edebiyatla anlatmak daha münasiptir. Tanpınar’ın edebiyatını bu konuda bir tercih olarak okumamak lazım. Genelde en büyük yanlış bu. Tanpınar bu trajedinin yazarıdır. Trajedinin içinde, ondan beslenen biri Tanpınar.
Sayfa 29 - Kadim YayınlarıKitabı okudu
Mevlana okuyan, Proust ve Baudelaire okur mu? Mozart dinleyen Dede Efendi dinler mi?
“Varlık duyuyor, çünkü anlıyor” ~Heiddeger~ Geleneği, modern olanın karşısına koyan bir zihniyet üretti bu ülkenin modernleşmecileri. Dolayısıyla bu refleks, geçmişle, gelenekle kişisel bir bağ kuran herkesi, gerici ya da muhafazakâr olarak nitelendirdi. Oysa Tanpınar, örneğin, bu tür kompleksleri olmayan bir yazardır. Mevlâna okurken Baudelaire ve Proust da okuyabilen bir düşünür. Dede Efendi dinliyor, ama Mozart da dinliyor. Hem de kırklarda, ellilerde! Oysa genelde Türkiye’de Mevlana okuyan Baudelaire okumaz. Dede Efendi dinleyen Mozart dinlemez. Tanpınar 'öncelikle kendisi olmak ister. Kendisini gerçekleştirmek ister sadece. Doğu-Batı sentezi peşinde falan da değildir. Genelde sanıldığı gibi. Kendini bu toplumun, bu coğrafyanın, bu hayatın kaderine teslim eder. Kendiliğin ancak orada mümkün olabileceğinin farkındadır. Gerektiğinde en Batılıdan daha Batılı, en Doğuludan daha Doğuludur. Ama her zaman kendisidir. Sahicidir. Bunun peşindedir en azından. Bir şey olmak peşinde değildir, kendisi olmak ister sadece. Benjamin’in dediği gibi “yaşamak iz bırakmaktır”. Tanpınar işte bu izlerin, yaşanmışlık izlerinin peşindedir. Geçmişin peşinde değildir. Şimdinin peşindedir. Geçmiş zamanın peşinde değildir. Sürenin, müddetin peşindedir.
Türkiye bir sosyoloji ülkesi olmaktan çok siyaset bilimi ülkesidir. .......... Meseleler sosyolojik olmaktan çok politiktir. Bu da sosyolojinin alanını daraltan, siyaset biliminin alanını genişleten bir olgudur.
Sayfa 11 - Kadim YayınlarıKitabı okudu
Diyebiliriz ki, “ideoloji” kelimesi farklı kavramsal liflerle bütün bir doku halinde örülmüş bir metindir; farklı tarihlerle yoğrulmuştur ve belki de bu her bir tarihsel kolda neyin değerli veya işe yaramaz olduğuna karar vermek, bütün bunları zorla bir Büyük Global Kuram altında birleştirmeye çalışmaktan daha önemlidir.
Sayfa 17 - Ayrıntı Yayınları, 4. Basım, 2015,Kitabı okuyor
280 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.