Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Esse est percipi.* Dolaysız gerçek, duyumdur. Duyum bize, ruha aittir. Onun ötesindeki hiçbir şeyi bilmiyoruz. Gerçeğin tek göstergesi ve tanığı, bu bilinç durumlarının ve değişimlerinin tekrar tekrar doğuşudur. Dünya bizim tasvirimizdir." *Lat. Var olmak, algılanmaktır.
Eğer bir duyum ya da düşünceye kapılırsam içerikleri verili bir gerçek değildir, ona içimizden gelen bir şey eklenmiştir. Söz gelimi bir resim gördüğümde "bana bir şeyi anımsatır". O anının haricinde ya da o anıya bağlı olarak, bilinç işlevinin öznel kısmı denen şey belirir. Düşünmede bu demektir ki, içimde otomatik olarak -daha sonra kendini bu dışarıyla özdeşleştiren- bir içerik belirmeksizin hiçbir düşünceyi kavrayamam.
Sayfa 123
Reklam
“İşte bu nedenle boşlukta biçim yoktur; duyum yoktur; algılama yoktur; irade yoktur; bilinç yoktur; göz, kulak, burun, dil, gövde ve akıl yoktur; görme, işitme, koklama, tat alma, dokunma ve düşünme yoktur; bakış yoktur, algılayış da bilgisizlik de yoktur, bilgisizliğin sonu da yaşlanma ve ölüm de yoktur; yaşlanma ve ölümün sonu da acı çekme yoktur; bunların sonunda acı çekme de yoktur; acı çekmenin sona ermesi yoktur ve yol yoktur; bilgelik yoktur ve erme yoktur.”
Sayfa 135 - Timaş YayınlarıKitabı okudu
Öykü Nasıl Yazılır-1
O Ses Sen Değilsin Diyelim ki ne yazacağımızı bulduk; olayı, kahramanı zihnimizde tasarladık. Yazar olarak niyetimizi ne ölçüde açık edeceğimizi ne ölçüde saklayacağımızı kurguladık. Değineceğimiz meseleleri, kullanacağımız mekânları, kanatlandıracağımız imgeleri seçtik. Bir öykünün iç dinamiğini yani merkezini teşkil edecek sorun yumağını
Sayfa 6 - Emin Gürdamur:
“İşte bu nedenle boşlukta biçim yoktur; duyum yoktur; algılama yoktur; irade yoktur; bilinç yoktur; göz, kulak, burun, dil, gövde ve akıl yoktur; görme, işitme, koklama, tat alma, dokunma ve düşünme yoktur; bakış yoktur, algılayış da bilgisizlik de yoktur, bilgisizliğin sonu da yaşlanma ve ölüm de yoktur, yaşlanma ve ölümün sonunda acı çekme de yoktur; acı çekmenin sona ermesi yoktur ve yol yoktur; bilgelik yoktur ve erme yoktur.”
Sayfa 138
Nominalizm, bireyi kişisel duyum ve deneyimleriyle baş başa bıraktığı için, dikkat tek tek nesneler üzerine odaklanır ve bilinç fiziksel dünyaya yönelmeye başlar. Gerçeğin kaynağı artık kitaplarda değil, iç ve dış deneydedir. Deney bilginin temeli olunca kişiler doğayı ve insanı gözlemlemeye başlar ve böylece Rönesans’ın ilk tohumu atılır.
Reklam
Bilinç yatağa yeni yattığınızda tuvalete gitmek zorunda kalmanın hayal kırıklığı, yaklaşan matematik sınavı için yeteri kadar çalışmadığınız için duyulan endişe, kitabın son sayfasını okurken, o acı ve tatlı keder duygusu, ya da teknenin gövdesine çarpan dalgaların sesinin verdiği huzur bir bayat kahvenin tadı. Bilinç beyninizin farkında olduğu, duyum, duygu, algı veya düşünce ürettiğinde olan şeydir.
Dolaysız gerçek, duyumdur. Duyum bize, ruha aittir. Onun ötesindeki hiçbir şeyi bilmiyoruz. Gerçeğin tek göstergesi ve tanığı, bu bilinç durumlarının ve de­ğişimlerinin tekrar tekrar doğuşudur. Dünya bizim tasvirimizdir.
208 syf.
·
Puan vermedi
“Hanımlar, beyler! Her şeyi bilmekten çok uzağız…”
Korkunç sayılabilecek uzunluktaki alıntılarımdan sonra, -o kadar haklısınız ki- konuyu özetlemekte fayda görüyorum. Öncesinde biraz
Carl Gustav Jung
Carl Gustav Jung
hakkında konuşalım.
Sigmund Freud
Sigmund Freud
ile birlikte anılan büyük isim. Uzunca bir dönem birlikte çalıştılar, öyle ki aralarındaki ilişki baba-oğul ilişkisini andıracak yakınlığa kadar geldi. Freud, Jung’u “varisi”
Bilinç ve Bilinçdışı
Bilinç ve BilinçdışıCarl Gustav Jung · Pinhan Yayıncılık · 058 okunma
Daha açık olmak adına sezgiyi kısaca tanımlayalım isterseniz: 1. Sezgi temel bir psikolojik işlevdir. Bilinçdışı bir yordamda algı sağlayan işlevdir. 2. İçsel ya da dışsal her şey bu algının nesnesi olabilir; hatta bu –iç ya da dış- nesneler arasındaki bağlar bile. 3. Sezgi ne duyumun ne hissetmenin ne de düşüncenin bir işlevi değildir. 4. Duyum gibi sezgi de irrasyonel bir algı işlevidir. 5. Duyum meselesinde olduğu gibi, sezgi içerikleri verili bir olgu niteliği taşır, haliyle, düşünme ve hissetme işlevlerinin tam tersidir, bunların içerikleri türetilmiş ya da çıkarsanmış bir şey niteliği taşır. 6. Sezgi içruhsal bir işlev değildir, aksine her şeyi kapsayabilir: ölüm, yaşam, sağlık, hastalık, hava durumu, borsa, doğada var olan her şey. 7. Avcılar, borsa simsarları, -yani şanslı olanları- arasında ve rutin bir sistematik işten ziyade yaratıcı kavrayışa ihtiyaç duyulan her meslekte sezgi tiplerine rastlarsınız. Sanatçılar, doktorlar ve genel hatlarıyla insan sarrafları arasında sezgisel tip bolca bulunur.
Reklam
Birçok halk düşünmeyi maviyle tarif eder çünkü hava özellikleri taşır. Bir düşünce hava gibi bir varlıktır. Bir düşünce ya da Tanrıya bir yakarış, ilkeller tarafınca bir kuş ya da bir tüy ile betimlenir. Amerika yerlileri tüylerini bir uçurumdan uçururlar. Tanrı, yükselen bir hava akımı olarak hayal edilir, sarp kayalık boyunca yükselir ve tüyü mavi göğe taşır. Haliyle, kuşlar da düşünce aleminin habercileridir, ruh ise eski anıtlarda bir kuş olarak tarif edilir. Hissetme genellikle kırmızıyla tasvir edilir, çünkü kalp ve kanı çağrıştırır. Sezgi-fakat burada belirsizlik başlar- genelde beyaz hayal edilir, ya da sarı veya altın renginde, yani güneş renginde. Duyum, somut nesnelerin algısı, genelde yeşille verilir, yeryüzünün yeşil yüzeyi gibi.
BİLİNÇ İŞLEVLERİ [duyum, düşünme, hissetme, sezgi] (11/11)
Bu işlevler arasında ara seviyeler de var. Doğa bilimcileri genelde en deneysel düşünürler olurlar, yani onların baskı işlevleri düşünme ve duyumdur. Diğer taraftan Schopenhauer gibi düşünürler ise spekülatif düşünürlerdir, yani baskın işlevleri düşünme ve sezgi arasındadır.
BİLİNÇ İŞLEVLERİ [duyum, düşünme, hissetme, sezgi] (10/11)
Eğer bu işlevler bilinçli uygulanmazsa otomatik işlerler. İçinizde “düşünür” ya da içinizde “hisseder”, hem de siz bunu hiç istemeden. Üçüncü bir ihtimal, sürecin tamamen bilinçdışında geçmesidir. “Size çaktırmadan içinizde düşünür.” Ya da hissetme süreci içinizde işler, hem de bir şey hissettiğinizden bihaber olduğunuz olgusunun çok da farkında olmadan- ama yine de bilinçdışında işlemeye devam eder. Bilinçdışı duygu süreci deneylerle kanıtlanabilir, hem de ilgili kişi buna dair en ufak bir belirtiye sahip olmadan.
BİLİNÇ İŞLEVLERİ [duyum, düşünme, hissetme, sezgi] (9/11)
Bu işlevlerin her biri kendine içkin belli bir enerjiye, belirli bir psişik enerj ölçüsüne sahiptir. Bir işlev bastırıldığında bir enerji kaybı olur. Enerji bilinçdışına itilir, bu da belirli bozukluklara sebep olur. Bu işlevleri bir seviyeye kadar irademize göre kullanabilir; yani onları uygulayabiliriz – yoğunlaştırabilir ya da hafifletebiliriz. Bu esasında her işlev için doğru; ama bir kısıtlama da var. Kimse dört işlevini eşit ölçüde kullanamaz. Çoğu zaman olduğu üzere, işlevlerden biri bir insanda özellikle geliştiğinde bu işlev sıra dışı büyük bir seviyeye yükselebilir, belirli nesnelere kasten uygulandığında da böyle bir şey olabilir. Aşırı gelişmiş her işlevin karşısında az gelişmiş bir işlev bulunur. Bir değer yargısı değil bu söylediğim. Sadece bu işlevin ast olduğunu kastediyorum, gelişmiş işleve kıyasla uyarlanmamış ya da ayrımlaşmamış olduğunu değil. Örneğin özellikle iyi gelişmiş duyuma sahip biri sezgisini bilinçdışında, acınası bir halde, yani arkaik ve gelişmemiş bir durumda bulacaktır.
BİLİNÇ İŞLEVLERİ [duyum, düşünme, hissetme, sezgi] (8/11)
Öyleyse birbiri içine geçmiş dört işlev sistemimiz var. Bir başka açıdan farklılık gösteren iki karşıtlar çifti bulunur: Hem düşünme hem hissetme akli ve makul işlevler olduğu iddiasındadırlar, özellikle düşünme öyledir ama aynı zamanda hissetme de öyle, çünkü yola ve düzene girmek için insanın akli, estetik ya da etik değerlerinin olması gerekir. Eğer duyum ya da sezgi akli olmaya çalışırlarsa bu büyük bir hata olacaktır. Gözlem yaparken “akli” bir tavır takınırsanız beklenmez olan şeyi görmezsiniz. Sezgi için de aynısı geçerli; zihninizde düşüncesel bir niyet varsa hiçbir şey içinize doğmaz. Bu iki işlevin özü burada duran şeyi algılamaktır – istediği kadar beklenmedik olsun. Örneğin bir kahin profesyonel olsa ve sanatını rasyonel bir yolla uygulasa hemen hataya kapılır ve tökezlemiş sezgisini ikame etmek için her tür hileye başvurmak zorunda kalır. Aslında bu insanların gördükleri şey genelde insanların duymayı en son istediği ya da umduğu şeydir, öyle ki kahinler için yeteneklerini içtenlikle icra etmek son derece zordur. Dolayısıyla, düşünmek ve hissetmek rasyonel işlevlerdir; duyum ve sezgi de irrasyonel işlevlerdir ve rasyonel kısıtlamalara tabi olmazlarsa tam manasıyla icra edilebilirler.
182 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.