Sipariş verip getirttiğimiz kitaplar raflarda tozlanıyordu. "Baba şunları iade edelim
bari, her geçen gün zarar" diyordum;babam sıkıntıdan kısılan gözleri ile rafları
tarıyor:
"Hele dursun, kitapların da bir kaderi vardır"
diye bu tatsız neticeyi kabul etmekte zorlanıyordu.
Bütün sabah boyunca Hamilton, füze araştırma laboratuarlarında
kalem açmak ve endişeyle terlemekten başka bir şey yapmaksızın oturmuştu. Çevresinde, personeli işlerinin peşinde koşuşturuyor,
kurum işlemeye devam ediyordu.
Öğleye doğru Marsha, Golden Gate parkındaki evcil ördekler gibi albenili
giyinmiş olarak, güleç yüzü ve tüm
''...Kendi işimizi, hele iktisadi ve ticari işlerimizi yapmağa, demek ki,
Bakanlarımız kâfi değil de Amerika'dan adam getiriyoruz.
Peki, bizim Bakanlar ne iş görecekler?
Yalnız nutuk, demeç, beyanat verecek kordela kesecekler, maaş almakla,
sürü sürü heyetlere kokteyl parti vermekle mi ömürlerini tüketecekler?
Her gün gazetelerde okuyoruz.
Sağlık işlerimizi düzenlemek için Amerikalı mütehassıs geldi.
Bütçeyi hale yola koymak için mister bilmem ne geldi.
Madenleri aramak ve işletmek için Amerikalı heyet geldi.
Peki amma, sizin vazifeniz nedir baylar?
Açık konuşalım. Ayıp değil a!
Gücümüze gidiyor, kanımıza dokunuyor.
Oldu olacak, çekilin bari, Amerikalılar idare etsin bizi.
Naylon diş fırçası gibi, sıkıştık mı Amerikalı Bakan da ithal edelim, olsun bitsin.''