Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Elif Öksüz

Hayır, hayır, hayır, hiç çekmeden ölmek geride kalanlara asla bir teselli değil, kor- kunç bir darbeydi! Sevdiğinin ani ölümü güvendiğin dağlara kar yağmasıydı, zeminin ayağının altından kaymasıydı!
Reklam
Yeni zamanın sıradan insanlara en büyük armağanı fotoğraf çekmekti. Mobil telefondan önce dünya üzerinde kişi başına kaç fotoğraf düştüğünü merak etti. Evren inanılmaz miktarda fotoğraf karesiyle doluydu şu anda, her milisaniyede milyonlarca kare ekleniyordu, fotoğraf kareleri koşar adım sonsuzluğa gidiyordu, en azından in-sanoğlunun adlandırdığı büyük sayılardan daha büyük sayılara.
Bir eve hastalık girdiğinde yalnızca bir bedeni ele geçirmekle kalmaz, kalpler arasında da karanlık bir ağ örer ve umut bu ağa gömülür.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Mücadelelerden, baskılardan ve sağlığa zararlı hiyerarşilerden temizlenmiş yeni bir toplumsal örgütlenme ancak arzu hubris'inin, kibrin gemlendiği bir dünyada doğabilir.
1846'da Boğaz'a adını veren John F. Frémont, Doğu'nun değerli mallarını taşıyan gemileri düşünerek İstanbul'daki Haliç'i (Golden Horn: Altın Boynuz) çağrıştırmak istemiş.
Reklam
İlk aşk, çiçek hastalığı gibidir. Silinmez izler bırakır.
Bütün kocalar sıkıcıdır, John. İki karış aklı olan hiçbir kadın, bir erkekle kendisini eğlendirsin diye evlenmez; geçindirsin diye evlenir.
Doğurabilecek kadın yoksa insan türü yok olur. Bu yüzden kadınlar ve çocuklar bir halkı ezmek ve sömürmek amacı taşıyan eylemlerin ayrılmaz bir parçasıdırlar. Kadınların ve bebeklerin üzerinde denetim, dünyadaki her baskıcı rejimin bir özelliğidir.
İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdurlar.
Cevriye onu, tanımadığı için, sevemediği anasının, hayali kalbinde ölmemiş olan babasının, dünyaya gelmemiş olan, geldiyse kendisini tanımadığı kardeşlerinin, hiçbir zaman bir genç kız olmadığı için, karşısına çıkmamış bulunan nişanlısının, kendisine hiç de kısmet olmayacak kocasının yerine sevmişti. 
Reklam
Aşk midye tavasına benzer; sıcağa sıcağına lezzetlidir. Biraz soğuttu mu bir daha yenmez.
Bir aydın, dünyayı ve ülkesini, her zaman iyi görmek isterdi. Yapılmakta olan yanlışları değiştirmeye gücü yetmiyorsa, bu görevini en azından eleştirel yaklaşarak gerçekleştirirdi. İktidarın her yaptığını onaylayanlara, köşe başlarını tutmuş erk sahiplerinin peşinde dolaşıp durmaksızın "Ağamsın, paşamsın" diyenlere aydın denilemezdi. Çünkü onların yaptığı en yumuşak ifadeyle "iktidar yardakçılığı” sayılırdı. Aydın ise tersine, yanlışları eleştirir ve yönetme erkini elinde bulunduranlara hep daha iyisini, güzelini tarif ederdi. Sabahattin'in yaptığı da sadece ve sadece buydu.
Ama hayat böyle bir şeydi, başına gelen, kuramadığın, yapamadığın. Kimseye nasıl bir hayat istersin diye sorulmuyordu.
İnsanlığın kendi gölgesine yetiştiği bu karanlık yerde kitapların varlığı, kelimelerin makineli tüfeklerin sesini bastırdığı, daha az kederli, daha güzel zamanların işaretiydi. Çoktan yitmiş bir çağın. 
150 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.