Kitap bitirildiğinde gözden akan birkaç damla yaş ve bir süre uzaklara bakmak kaçınılmaz oluyor. Kitap boyunca yavaş yavaş kağıda işlenen her detaya ancak kitap bittiği anda dışarıdan bakabiliyorsunuz. Sondaki “Bitti” yazısı beraberinde bütün resmi gözler önüne seriyor.
Zehra Hanım’ın kaybettiği acıma duygusuna adım adım geri kavuşmasını izliyoruz. Sayfalar geçiyor, sisler usulca dağılıyor ve şu cümle bizi karşılıyor: “Zehra, birkaç gün sonra Anadolu’daki mektebine döndü. Muallimin artık bir eksiği kalmamıştı. Acımayı öğrenmişti.” Zehra Hanım, yıllardır nefret ettiği babasını ağlayarak affediyor bu sahnede. Çocukluğundan beri yaşanan her şeyi ilk defa babasının gözünden gördükten sonra hayatının en büyük hatasının onu hiç dinlememek olduğunu fark ediyor. Fark ettiği gibi en içten özrünü diliyor ama babasının cenazesinin ayak ucunda. Zamanı geçtiğinde uzatılan ellerin, zamanında ayağa takılan çelmelerden hiçbir farkı yok ne yazık ki… Dinlemek lazım, kendi kafamızdakileri başka insanların söyledikleriyle yontup karşıdaki insanı yargılamadan önce dinlemek lazım. Vaktinden sonra gelen özürlerin bir kıymetinin olmaması, bu kitabın ve hayatın en acı gerçeği maalesef.